21 Eylül 2012 Cuma

SALARY'ni CAP'tırma Mevzusu Üzerine

Yazın bittiğinin işareti olarak İzmir’e tam şu dakikalarda yağmur damlaları düşmeye başladı...Soğuyan havalar, insanları daha fazla ciddiyete davet ederken, ben de uzun süredir yazmayı düşündüğüm makro ölçekteki bir konuya ilişkin düşüncelerimi dile getireyim istedim...

Kıta Avrupası basketbolunun özellikle de son 5 yılda geçirdiği evrim yadsınamaz. Evet daha önce de basketbol ilgi seviyesi olarak yerlerde sürünen bir spor değildi, daha önce de büyük bütçeli sponsorlar vardı fakat son dönemde, artık futbol için kanıksadığımız “endüstriyelleşme” basketbola da sıçradı. Bunun sonucunda, ekonomisi tek bir şehire odaklı ülkemizde sermaye birikimi de o tek şehirde olunca, o şehir takımlarının bütçeleri ile diğer takımların bütçeleri arasında uçurum her geçen gün büyüdü. 2011-2012 sezonunda Anadolu Efes’in 49 Milyon TL’lik bir bütçesinden bahsediyoruz burda. İlk turda rakibi olurken Anadolu Efes’in, bütçemiz ise 10’da 1’i bile değildi...Rekabet çoktandır basketbol sahalarının dışına taştı diyebiliriz...

Ülke içinde durum bu kadar keskin iken (Fenerbahçe’nin 20 Milyon Dolar, Beşiktaş’ın 10 Milyon Dolar, Telekom’un 10 Milyon Dolar, Galatasaray’ın 22 Milyon TL gibi bütçelerinin yanında, geçen seneye kadar 6 Milyon Dolar ile sınırlandırılmış bütçesi olan Banvit, her sene enflasyon artışından biraz daha fazla artan bütçemiz ile biz (4-4.5 Milyon TL arasındaydık) ligde rekabet etmeye çalıştığımızı düşünüyoruz. Diğer taraftan olayı uluslararası boyuta taşıdığımızda ise, CSKA’nın 2012-2013 bütçesinin 44 Milyon Euro olduğu açıklandı, bu rakamın 27 Milyon Euro’luk kısmı oyunculara gidecek. Bazı Rus takımlarının Eurochallenge’da mücadele etseler dahi 5 Milyon Euro civarında bütçeleri var. Tabi ülkemizden Banvit, Avrupa’dan Unics Kazan, Bilbao Basket ve hatta bulunduğu seviyeye göre mütevazi kabul edilebilecek bütçesi ile Maccabi Tel Aviv (Musevilerin belirgin özelliği olan ticarete yatkınlıkları sağolsun) gibi bütçesini çok verimli kullanan takımlar da yok değil fakat azınlıkta kalan bu takımların mevcut yarışma şartlarını daha adil kıldıkları söylenemez.

Peki, cebi daha derin olan sponsor destegini alan, veya daha değerli doğal madene sahip olan ülkelerden gelen takımların diğerlerine karşı “neyse parası verir alırız” tavırlarının oldukça etkilediği rekabet düzeyi için hiç bir girişim yok mu Avrupa’da ??

Çok değil Nisan’da Euroleague’in patronu Bertomeu basketbola UEFA’nın yaptığı gibi finansal fair play uygulamak için çalışmalarda bulunduklarını, temel kriterin ise gelirinden fazla harcamaya sahip takımların olmamasını sağlamak olduğunu açıkladı. Tamamen sert bir kuraldan ziyede üst üste 3 sene negatif bakiyeye sahip klüplerin Euroleague’e katılımları ile ilgili aksiyonlar alınabileceğini de belirtti. Bu adım endüstriyelleşen basketbolun kendisini hissettirdiği en önemli noktalardan bir tanesi. Önce sponsorların isimleri eklendi takımların başına, sonra salonların isimleri değişti. Ve artık yavaş yavaş takımların finansal yapıları da sadece takımlara bırakılmayacak kadar önemli bir konu haline geliyor. Ayrıca VTB United Lig’i de katılacak takımlardan bütçelerini açıklamalarını talep etti, şeffaflık ve kontrol edilebilirlik adına. Peki bu durum Avrupa’daki rekabet ortamını iyileştirmek için yeterli mi ??

Bence değil. Birincisi bu konular başlangıçta sadece Euroleague takımlarını ilgilendiriyor. Ayrıca sadece finansal gelir/gider önem arz ediyor. Oysa ki rekabetin temeli yıl sonunda kaldırılacak şampiyonluk kupası, o sonucu etkileyen de oyunculardır. Ve Bertomeu’nun açıklamalarında oyunculara özel olarak değindiği bir nokta yok.

Burda bir francophone olarak Anglo-Sakson kültürünün rekabet eşitliğini öne çıkartan kurallarını alkışlamak için ayağa kalkıyorum ve biraz da yol yapıp okyanusun diğer tarafına Amerika’ya uzanıyorum. Profesyonel basketbolun en üst seviyesi NBA’de oynanıyor dersek çoğu kişi itiraz etmeyecektir. NBA’de çok farklı demokgrafik ve ekonomik gerçekleri olan şehirlerin (Dünyanın başkenti olabilecek New York ile New Orleans’ı, dayandığı ekonomik sektörü çökmüş Detroit ile hiç bir zaman sönmeyen Hollywood yıldızı ile Los Angeles’ı bir tutamayız) takımları mücadele ediyor ve istatistiki olarak baktığımızda belirli seneler dışında yarışma içersinde kalan takımlar önemli bir çoğunluğu temsil ediyor. Bunu sağlayan temel iki unsur var; birincisi Avrupa’da uygulama alanı bulamayacak Draft sistemi, onu geçiyorum. İkinci unsur ise Salary Cap.

Kısaca tanımlarsak Salary Cap, NBA’in takımlar için belirlediği, oyunculara harcayabilecekleri tavan ücret diyebiliriz. Oyuncular Birliği ile NBA yönetiminin görüşmeleri sonucu belirlenen Salary Cap (2011-2012 sezonunda Avrupa’nın NBA oyuncuları ile istila edilmesinin sebebi olan lokavt’ın temel unsuru olan görüşmeler) yıllık belirlenen ve bir önceki senede ligin gelirleriyle orantılı bir tutar. Çeşitli esneklikleri bulunan sistemde, belirlenen tutarın üzerine bu esnekliklerin yaratabileceği ek tutar ekleniyor ve Lüks Vergisi Sınırı oluşuyor. Bu sınırın üzerine çıkan takımlar ise harcadıkları her bir dolar için NBA’e vergi vermek durumunda kalıyorlar. 2013-2014 sezonundan sonra gelir vergisindeki gibi artan oranlı bir Lüks Vergisi’nin devreye gireceğini de şimdiden not düşelim.

Avrupa Basketbol’unun rekabet ortamının iyileştirilmesi temel olarak atılması gereken adım, artık Fiba Europe mu olur, ULEB mi olur bilemem, uluslararası bir organizasyon tarafından, kendisine bağlı federasyonların liglerinde ve Avrupa Kupaları’nda (Euroleague, Eurocup ve Eurochallenge) uygulanacak bir Salary Cap uygulamasıdır diye düşünüyorum.  Bir çok farklı ülkeyi barındıracağı için oldukça karmaşık bir sistem olacaktır, kabul fakat, bu tip bir uygulamaya gidilmeden asla ama asla rekabet düzeyinin iyileşeceğini düşünmüyorum.

Kalkıp burda, basketbolu yönetenler tarafından oluşturulacak bir kurulun 2-3 senede oluşturabileceği bir sistemi tak diye yazacak değilim. Fakat yaptığım her eleştiride bir de fikir üretmenin doğru olduğunu ancak bu şekilde yapılan eleştirilerin bir yere varabileceğini öğretilmiş bir birey olarak da, bayram değil seyran değil nerden çıktı Salary Cap havasındayken önerimi de yazmam gerekir.

Ana hatları ile ilk etapta Salary Cap’in belirlenme kriteri olarak elde edilen gelirler belki pazarın çok dağınık olmasından dolayı değiştirilebilir ve bağımsız bir kurul tarafından her ligin market değeri belirlenip o değer esas alınabilir. Daha sonra her ülke için takımların harcayabileceği bir tavan tutar belirlenir. Tabi NBA’deki esnekliklerin Avrupa’daki sisteme uygun olanları adapte edilebilir, fakat ben mümkün olduğunca az esneklik olması taraftarıyım, kontrolü kolay olması açısından. Yine belirli bir Lüks Vergisi belirlenebilir (nasıl ki ülkemizde fazla yabancı oyuncu için Federasyon’a 125.000 Dolar yatırılması gerekiyor) ve ilgili federasyonlara yatırılabilir (veya uluslararası kuruma). Bu Avrupa Kupaları’nda mücadele etmeyen takımlar için belirleyici olacaktır. Daha sonra her Avrupa Kupası için ayrı bir Salary Cap belirlenir. O kupalarda mücadele eden takımlar, kendi ligleri için belirlenmiş tavan tutar ile katıldıkları Avrupa Kupası için belirlenen tavan tutardan hangisi daha yüksekse onu esas alırlar. Böylece hem Avrupa Kupaları’nın kendi içersindeki rekabet ortamı daha adil olurken (bir tarafta 44 Milyon Euro’luk CSKA ile diğer tarafta 6 Milyon Euro’luk Beşiktaş olmayacak bu sayede) diğer tarafta bu takımların ligde de mücadeleci kalmaları için ihtiyaçları olan oyuncu derinliğini arttırma şansı tanınmış olur. Hem şu anda çoğu takımın katılmayı yük gördüğü Eurochallenge’ın marka değerini arttıracak ve Eurocup’a olan ilgiyi yükseltecektir (Eurocup’taki başarının bir sonraki sene Euroleague bileti anlamına gelmek olduğunu düşünürsek). Bir başka nokta ise, spora yapılan harcama konusunda oldukça bonkör olan Ruslar’ın, basketbol ekolü ülkelerden daha fazla para bastırıp oyuncuları toplamasının da önüne geçilecektir (yakın gelecekte Arap’ların futboldan sıkılıp basketbola da el atması olası). Ligimiz özeline indiğimizde ise, astronomik rakamlar teklif edilip transfer edilen Türk oyuncular, bench’te oturması için ödenen 500bin dolarlar hep rekabeti kötü etkileyen unsurlar. Türk oyuncuların transfer döneminde kapıyı çok yüksek ücretlerle açması, ve bazı takımların sorgulamadan bu rakamları ödemesi de, lig içindeki dengeleri alt üst eden önüne geçilmesi gereken bir unsur.

Herhangi bir uluslararası kurumun çıkıp bu uygulamaya geçmesi kolay değil, çoğu takımdan tepki alacakları aşikar olacaktır (sonuçta sporu bir nevi pazarlama gideri olarak gören müssese klüpleri de var). Belki bu takımlar kendi liglerini kuracaklardır, fakat unutulmaması gereken bir nokta şudur ki, NBA’de de ilk Salary Cap uygulaması 1940’ların ortasında başlamış olsa da kesintisiz olarak uygulanması 1984-85 sezonuna denk gelir. Belki ilk etapta bir kaç seneyi sancılı geçireceğiz fakat, orta vadede rekabet düzeyine dolayısıyla basketbolun marka değerine pozitif katkı yapacağı aşikar. UEFA’nın tüm kriterlerine rağmen kendi şirketleri üzerinden sponsorluk anlaşması yaparak ilgili kriterleri aşabilen Rus ve Arap zenginler olduğu gibi, uygulanabilecek bir Salary Cap’i de aşabilecek kurumlar olacaktır. Ayrıca her ülkenin farklı vergi sistemine sahip olması, bir oyuncunun İspanya’daki takıma maliyeti ile İsrail’deki takıma maliyetini de etkileyebilecektir fakat bu durum da bir şekilde aşılabilir (net ücret üzerinden anlaşma yapılıp, tüm vergi ödemeleri klüp’te kalır ve ayrı bir kalem olarak bütçelerinde yer alır). Dediğim gibi 2-3 senede geniş bir ekibin oluşturabileceği bir sistemi tak diye tüm detayları ile ele almak imkansız, benimkisi sadece sesli düşünme...

Erinç Atilla

0 yorum / sen de yaz !:

ÜST TARAFA DÖN