19 Eylül 2014 Cuma

Şehrinin Takımını Tut !!!


Uzun bir süredir devam eden sessizliği anlamlı bir yazı ile bozma zamanı sanki… Yine uzun bir süredir devam eden artık kanıksanmış bir tartışma konusu ile… Hazır da sezonlar yeni başlarken… Bir insan neden şehrinin takımını tutar veya bir insan neden şehrinin takımını tutmalıdır… Veya tutmalı mıdır?
 
Sorunun temeline indiğimizde, aslında ülkemizde de spor örgütlenmelerinin gayet yerel düzeyde olduğunu görebiliriz… Mahalle takımlarından, semt takımlarından, ilçe ve şehir takımlarından bol bir şey yok ülkemizde… Fakat konu destek olma, taraftarlık ve sorumluluk alma kısmına geldiğinde, çoğunluk doğduğu, büyüdüğü toprakları unutup kilometrelerce uzaktaki takımların, TV karşısında gördüğü oyuncularına hayranlık duyuyor, şanslıysa senede 1 defa staddan izleyebildiği takımların formalarını alıyor, kaynak aktarıyor… Pek sevgili medyamız da, “3 Büyük Masalı” anlattıkça ve bu masaldaki gerginlik unsurunu doğru kullandıkça cebine giren paraların arttığını görüyor ve bir semt takımının Avrupa’da finale yürümesi, bu masalın ortak kahramanlarından birinin antrenmanındaki kavgadan daha az yer bulabiliyor pek sevgili basınımızda… Bunun sonucunda, genç yaştakiler de kilometrelerce uzaktaki takımlara sevdalanmaya devam ediyorlar, gözden uzak olanın gönülden de uzak olacağı gerçeğini yok saymaya çalışarak… Peki, futbol özelinde hep benzemeye çalıştığımız İngiltere’de durum nasıl? Açıkçası hiç de bizdeki gibi değil… Çoğunluk oturduğu bölgenin takımını tutuyor, başka takımı tutmayı aklından bile geçirmiyor… O sebeple Londra’ya yarım saat mesafedeki Reading, Premier League’e çıktığında stadının yarısından fazlasını kombine olarak satabiliyor ve seyirci ortalaması bizim pek(!) bir Süper Lig’imizin en kallavi ortalamaları civarında çıkabiliyor… Kendi tecrübelerimden bir örnek vereyim,  Amsterdam’da hangi spor mağazasına NEC Nijmegen forması sorduysam, oldukça ters yanıtlarla çıkmak durumunda kaldım mağazadan… Bu olayı yaşarken, Amsterdam’ın temsilcisi Ajax ligde iyi bir konumdaydı ve NEC Nijmegen küme düşme potasındaydı, aralarında ciddi bir rekabet de yoktu anlayacağınız… Yani aslında, Batı’ya bakarken bile, sadece işimize geldiğimiz açılara bakıp kendimizi kandırdığımız bir gerçek var… Bu kandırılma sonucunda, tüm Türkiye’nin ciddi oranda vergi yükünü çeken Kocaeli’nin takımı Kocaelispor’un durumu yürek burkuyor… Bu kandırılma sonucunda koskoca İzmir’in takımları ve Karşıyaka maddi problemlerle uğraşıyor… Bu kandırılma sonucunda Anadolu kentlerine gelen 3 Büyük(!), şehir takımlarının kritik maçlarından çok daha fazla heyecan yaratıyor… Bu kandırılma sonucunda duvarında Malatyaspor takvimi gördüğüm manava hevesle “demek Malatyasporlusunuz” dediğimde, “yok abi Fenerbahçeliyim ben” cevabını alabiliyorum… Ve sonuçta TV karşısında mutlu olmayı kabullenmiş, stadın önünden geçmeyen, kendi çevresindeki değerlere sırtını dönmüş bir toplum… Ölçülmesi zor fakat yine de sorayım, en yakınındaki değerleri yok sayan bir birey, ülkesi için ne kadar hayırlı olabilir? Kendi evini temiz tutmayan, apartmanını, sokağını temiz tutar mı?

Peki, bizim gibi kendi semtinin kendi şehrinin takımını tutanların sevdası nerden gelmekte, dertleri nedir bu artık azınlıkta kalan insanların… Bunun da cevabı çok basit aslında… En temel sebebi şu cümle ile açıklayabiliriz sanırım; “Life Father, Like Son”…Babasının elinden tutarak stadın yolunu tutmuş, semtinin, şehrinin takımının maçlarına gitmiş bir birey için, mutluluk duygusu, aidiyet duygusu kilometrelerce uzakta bulunabilecek bir kavram mıdır? Hiç sanmıyorum… Bir diğer nokta ise, yerel değerlere önem verme arzusu… Birey, en yakınındakine en fazla değeri verir normal olarak değil mi? Evde annesine, babasına, eşine, en yakın arkadaşına… Bu çemberi bir kademe genişletin, semtinin takımına karşı vereceği değer mi daha fazladır kilometrelerce uzaktaki bir takıma mı? Normal şartlar altında tercihi elbette ilk seçenek olacaktır… Normal şartlar diyorum, çünkü ülkemizde derbi maçlarından derbi maçlarına ortaya çıkan, takımın bırakın ilk 11’ini, teknik direktörünü dahi bilmeyen ama sorsan gönülden taraftar olanlar çoğunlukta… Sosyal ağların derbi maçları sırasında aldığı hal ve vaziyet ortada… Senede bir formasını giymeyi akıl edenler, sevdası peşinde koşanlara, sevdası uğruna fedakârlık yapanlara nasıl baskın gelebilir ki… Ve son olarak da katkı verme, katma değer yaratma… Politikadan örnek vereyim, siyasete ilgi duyduğunuzda ilk iş olarak ne yapıyorsunuz, desteklediğiniz partinin yerel organizasyonlarına üye oluyorsunuz kalkıp kilometrelerce uzaktaki organizasyonuna değil… Veya çevreye karşı duyarlılığınız var, üye olacağınız oluşum, şehrinizle, ülkenizle ilgili mi olur yoksa farklı bir ülkedeki ile mi? Peki bunun altında yatan sebep ne? Basit değil mi yine cevap, en yakınındaki oluşumlara katkı verme gücü çok daha fazladır insanın… Eğer insan, bencil değilse, almak kadar vermek olgusuna da inanıyorsa… Sadece kendini düşünüp mutlu olmak isteyen bir birey elbette ki her sene farklı takım da tutabilir, şampiyonluk şanslarına göre, hep iyi gün yaşama arzusu sonucu… Ama yaşadığı topraklara bir nebze de olsa destek olmak isteyen bir bireyin sergileyeceği davranış çok daha farklıdır… Siz hiç, kilometrelerce uzaktaki takımının yönetimine seçilen, sözü dinlenen bir birey duydunuz mu? İsterseniz ben size, kendi semtinin, kendi şehrinin takımını önce tribünden destekleyen akabinde yöneticisi olan onlarca insanın iletişim bilgilerini vereyim… Sevdikleri, değer verdikleri semtlerini, şehirlerini temsil eden takımın başarısı için emek harcamak, bir insanın manevi tatmine ulaşması için ne güzel bir yol…

Bir insan elbette ki istediği takımı tutabilir… Buna yasak konamaz… Fakat ne öykündüğümüz Batı toplumlarında, ne Amerika’da güce tapma, yerel değerleri yok sayma bizim toplumumuzdaki boyutta… Önce en yakınındakileri, mahalleni, semtini, şehrini el üstünde tutacaksın, bu kavramlara değer vereceksin, katkı koyacaksın ki, en nihayetinde de ülken için bir katma değerin olsun… Yakınındaki için çaba sarf etmeye sırtını dönen insanın değer yargıları temelden bozulmuş demektir… Akdeniz insanı olmakla övünülen bir toplumda, Akdeniz insanının en temel karakteri olan “tutku” nerede peki? Kilometrelerce uzaktan düşülen sevdalarda mı?

Gözünüzü kapatıp, hayalini kurun… Sabah evden formanızı giyip çıkmışsınız… Mahallede yürürken arkadaşlarınızla selamlaşıyorsunuz, hep beraber stada/salona doğru yürüyüş başlıyor… Gidilecek adrese yaklaştıkça tanıdık simaların sayısı da artıyor, muhabbetin koyuluğu ile… Ve başlama düdüğü çalmadan önce sağınıza solunuza baktığınızda binlerce arkadaşınızı görüyorsunuz...Aynı renklere gönül vermiş, o renkler uğruna çaba sarf eden insanlar bir birini tanımasa dahi arkadaş olmazlar mı? Maçın sonucunun ne kadar önemi olabilir ki, önemli olan aynı değer için bir olmak değil mi?

Yaşasın semtine, şehrine ihanet etmeyen nesiller !!! Yaşasın semtinin, şehrinin takımı tutanlar !!!
 

Erinç Atilla

2 yorum / sen de yaz !:

Unknown 26 Eylül 2014 10:27  

Erinc merhaba,

Yillardir cok benzer örneklerle (genelde Ingiltere ve Almanya örneklerini kullanirim) benim de degindigim, bircok yerde yazmaya calistigim (hatta sert bir üslupla yazmam yillar boyu süren eksi sözlük yazarligimin sona ermesine sebep olmustur) detaylari cok güzel bir bicimde dile getirmissin. Eline saglik.

Aslinda söylemek istedigim daha farkli birsey. Yaziyi Gmail ortaminda paylasmak istedim (cünkü facebook ve twitter kullanmiyorum) ancak bir kisayol bulamadim. Bunu eklemen daha cok paylasim imkani saglayabilir diye düsünüyorum, bu düsüncemi paylasmak istedim.

Stuttgart'tan selamlar,
Y. Eren Suyolcu

Erinc Atilla 30 Eylül 2014 13:57  

Selam Eren,

Gmail ortamında paylaşmak için ne yapmak gerekiyor açıkçası bilmiyorum, ama kısa zamanda öğrenip gereğini yapmaya çalışıyor olacağım...Güzel düşüncelerin için teşekkürler...

ÜST TARAFA DÖN