Ufuk Sarıca Röportajı
Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği Dergisi, Şubat 2013 sayısı için koçumuz Ufuk Sarıca ile yapılan röportajı aşağıda bulabilirsiniz Röportajı yapan ve paylaşan renkdaşım Can Uluğtekin'e teşekkürler...
Bu İş Para İçin Yapılmaz
Can Uluğtekin ‘05
Fotoğraflar: M. Engin Doğan ‘04
Basketbol hayatım 11 yaşında o zamanki adıyla Efes Pilsen’in altyapısında başladı. 17 yaşında A takıma çıktım. 27 yaşına kadar da aralıksız olarak Efes Pilsen’de oynadıktan sonra ilk transferimi Ülkerspor’a yaptım. 2 sene de orada oynadıktan sonra 3 aylık kısa bir İsrail macerası yaşadıktan sonra sezon ortasında Pınar Karşıyaka’ya transfer oldum. Sonra Darüşafaka ve Beşiktaş’ta oyunculuk kariyerimi noktaladım.
Bu İş Para İçin Yapılmaz
Can Uluğtekin ‘05
Fotoğraflar: M. Engin Doğan ‘04
Türk basketbolunda bir döneme damgasını
vuran efsane kadronun en önemli isimlerinden Pınar Karşıyaka koçu Ufuk Sarıca
ile Türk basketbolu üzerine keyifli bir sohbet gercekleştirdik.
Basketbol hayatım 11 yaşında o zamanki adıyla Efes Pilsen’in altyapısında başladı. 17 yaşında A takıma çıktım. 27 yaşına kadar da aralıksız olarak Efes Pilsen’de oynadıktan sonra ilk transferimi Ülkerspor’a yaptım. 2 sene de orada oynadıktan sonra 3 aylık kısa bir İsrail macerası yaşadıktan sonra sezon ortasında Pınar Karşıyaka’ya transfer oldum. Sonra Darüşafaka ve Beşiktaş’ta oyunculuk kariyerimi noktaladım.
Basketbolu bıraktıktan sonra Beşiktaş’ın
altyapısında çalışmaya başladım. Aynı sezon Beşiktaş’ta yardımcı antrenörlüğe
yükseldim. O sezon ligde final oynadık, daha sonra tekrar altyapıda çalışmak
istedim, sonrasında Anadolu Efes macerası ve şimdi Pınar Karşıyaka’dayım.
Dönemin
efsane Efes Pilsen kadrosuyla İzmir deplasmanına geldiğinizde neler
hissederdiniz?
O dönemde bize olan sempati dolayısıyla
Efes Pilsen’in burada ciddi bir taraftar kitlesi vardı, hatta maçlar yarı
yarıya tribünler önünde oynanıyordu. O zaman maçlar Atatürk Spor Salonu’nda
oynanıyordu ve orada oynamaktan büyük keyif alıyorduk.
Dediğiniz
gibi o dönemde her şehirde bir taraftar kitlesi olan Efes Pilsen bunu niye
devam ettiremedi?
O takım takımdaşlık ve sonuçlar anlamında
çok güzel bir takımdı. Böyle takımlar Türk spor tarihinde çok sıklıkla
görülemiyor. Bu sebeple tüm ülkenin desteğini ve sempatisini kazanmıştık. Her
oyuncunun kendine özel seyircisi vardı. Çok gençtik, ben 22 yaşındayken Avrupa
Kupası finali oynadık, 24 yaşında Avrupa Şampiyonu olduk. Ondan sonraki ilk
Avrupa Şampiyonu olan takımı ancak geçtiğimiz sene Beşiktaş ile ortaya
çıkarabildik. Bir başka etken de o dönemde çok az sayıda takım Avrupa
Kupası’nda oynadığı için bize olan ilgi büyüktü. 3 büyükler de sponsor desteğine
sahip olmadıkları için güçlü değillerdi. Bu sebeple tüm takımların taraftarları
bizi destekliyordu. Bunlar birleşince taraftar desteği ister istemez azaldı.
Biraz
sizin o dönemki efsane maçlarınızdan söz edelim. En meşhurları herhalde
Panathinaikos ve Team System Bologna maçları…
O dönem benim böyle çok maçım var esasında,
hatta o dönem Yunan takımlarına karşı çok başka oynuyordum. Panathinaikos’un o
dönemdeki kadrosu çok iyiydi, Team System Bologna maçı da yarı final maçı
olması açısından büyük önem taşıyordu.
Panathinaikos maçında ben tam oyundan
çıkıyordum. O ana kadar iki sayım vardı, savunmadan hücuma geçtik ben bir üçlük
attım, döndüm bir top çaldım turnike attım ve o maçı 34 sayı ile bitirdim.
Sporda böyle kırılma anları çok var. Daha 20 yaşındayken bu maçtan çıkardığım
ders hiçbir zaman vazgeçmemek ve sporda şansın da çok önemli olduğuydu. O maçta oyun dursa ve kenara gelsem
muhtemelen böyle bir maçı şu anda konuşmuyorduk.
Şimdi de oyuncularıma aynı şeyi aşılamaya
çalışıyorum ‘on tane arka arkaya şut da kaçırsanız ben sizi oyundan almıyorsam
on birinci şutu atmaktan çekinmeyin.’
Team System maçında ise ne atsam giriyordu
zaten, bazı günler öyle olur, girdi mi girer. Maç bitmese 70 sayı atardım o
gün.
Conrad
Mcrae o takımda mıydı? Daha sonra biliyorsunuz sahada kalp krizi sonucu
hayatını kaybetti. Bu tarz sporcu ölümleri günümüzde giderek artıyor? Sizce
bunun sebebi nedir?
Öncelikle yeri gelmişken söyleyeyim Conrad
çok düzgün karakterli, çok kaliteli bir insandı. Sporcu ölümlerine gelince
bunun çok çeşitli sebepleri var. Öncelikle sporda yetenek fiziğin gerisinde
kalıyor ve yarışmacı olmak için var olan çalışma şekilleri değişti. Bunun
yanında çok sayıda sporcu gereksiz ilaçlar kullanıyor. Ben hayatımda hiç böyle
şeyler kullanmıyorduk, ancak C vitamini alıyorduk. Şartlar değişmiş olabilir;
ama bilinçsiz ilaç kullanımını da çok cahilce bulduğumu söylemek istiyorum.
Umarım
bunların azaltılmasının bir yolu bulunur. Biz sizin kariyer yolunuzdan devam
edelim. Ülker maceranız çok da istediğiniz gibi olmadı, o dönem Harun
Erdenay’ın takımdan ayrılması bekleniyordu, öyle olmayınca dakikalar bölüşüldü
sanıyorum.
O dönem çok iyi bir kadro kurmuştuk, Harun
Erdenay, Volkan Aydın, Ufuk Sarıca, Levent Topsakal… Yabancılarımız da çok
iyiydi. Bu takima üç top lazım, her maçta yüz atar bu takım gibi yazılar
çıkıyordu. İlk maçımıza Tofaş deplasmanında çıktık, 48 sayı atabildik.
Atamıyoruz, esasında atıyoruz da sokamıyoruz. Normalde Harun veya ben bir maçta
48 sayı atabilecekken bir araya gelince yapamadık ve kötü bir sezon geçti.
Sonraki sezonda birkaç ufak değişiklikle şampiyon olduk.
Oradan
sonra bir İsrail tecrübesi var, neden İsrail’e gittiniz?
O sezonun başında burada istediğim
teklifleri alamadım, biraz da kafam bozuldu. Değişik bir tecrübe olabileceği
düşüncesiyle İsrail’e gittim. Gittiğimde takım bana anlatıldığı gibi çıkmadı,
ben de bir akşam atladım İstanbul’a döndüm. Takım da kontratımı feshetti. Ben
zaten İstanbul’dayim, kağıtlar da sizde kalsın deyip bu macerayı noktaladım.
Sonrasında da beni sezon başında da isteyen Pınar Karşıyaka’ya geldim.
Karşıyaka
dönemi nasıl geçti?
Kişisel olarak ben çok iyi bir sezon
geçirdim, takım olarak da iyi işler yaptık, Yaş ortalamamız çok yüksekti, ben
30 yaşında takımın gençleri arasındaydım. Yanılmıyorsam ligi 6. sırada
bitirdik, önemli takımları da yenmiştik, benim için güzel bir sezondu.
10
sene öncesi ile 10 sene sonrası arasında hem şehir hem de klüp olarak
Karşıyaka’da neler değişmiş?
Öncelikle salon farkı
var, biz 2002 yılında Çiğli’de çalışıp Alsancak’ta oynuyorduk, şimdi kendi
salonumuzda çalışıyoruz. Oyuncular da ben de bu civarda oturuyoruz, bu büyük
rahatlık ve konsantrasyon sağlıyor. İnsanlar artık basketbola daha ilgili ve
sokaklarda daha çok basketbol konuşuluyor. Pınar ile olan ilişkiler de daha
profesyonel bir hal almış.
Konu gelmişken Pınar ile ilişkiler hakkında neler düşünüyorsunuz?
Pınar ile olan
ilişkilerimiz çok iyi, bundan önceki ve şu andaki yönetim çok guzel gelişmeler
sağlamış. Belki çok büyük bütçeler yok, ama ileride bunun daha da artacağını
düşünüyorum. Bunu hem Pınar hem de Karşıyaka hak ediyor. Markanızı duyurmanın
en iyi yolu spor klüplerine sponsor olmak. Televizyona reklam vermek için dünya
kadar bütçe ayrılıyor; ama diğer taraftan Pınar Karşıyaka haberleriyle
özellikle bu sene her an her yerde Pınar markası dile getirilmiş oluyor.
Anadolu
Efes gibi büyük bütçeli; ama taraftar sayısı ve baskısı az olan bir takım ile
Pınar Karşıyaka gibi taraftar klübü diyebileceğimiz bu ortamı karşılaştırır
mısınız? Federasyon, medya, basın tarafında daha kolay mı baskı
oluşturulabiliyor kurum takımları tarafından?
Bu konular genel
olarak bütçelerle ilgili. Haliyle, Anadolu Efes’in 30 milyon dolarlık bütçesi
ile Pınar Karşıyaka’nın 2.3 milyon dolarlık bütçesinin ağırlıkları birbirinden
farklı. Diğer taraftan bakınca da bu oyun taraftarla güzel. Hele bizimki gibi
çoşkulu bir taraftar ile oynamak hem oyuncuyu hem koçu mutlu ediyor. Kimse boş
tribünler önünde oynamak istemez.
Sezon
başında neden Pınar Karşıyaka’yı tercih ettiniz?
Pınar Karşıyaka dışında sezon başında iki
takımdan daha teklif almıştım. Bunun dışında elimde evimde oturup sabah spor
yapmaya, öğlen Bebek’e kahve içmeye giderek Anadolu Efes’teki kontratımı
sürdürebilirdim. Üstelik buraya gelirken o kontrattaki maddi şartların bir
bölümünden feragat ettim. Buraya gelmemin tek sebebi 2002’deki yaşadığım o
sezonki ortam ve buradaki taraftarla çok büyük işler yapılabileceğine olan
inancım oldu.
Koçluk
yapmaktan mutlu musunuz?
Esasında bu iş sadece para için yapılacak
bir iş değil. Hayatta bir sürü şeyden para kazanabilirsin, hatta bundan da daha
çok kazanırsın belki kimse bilemez. Bu çalıştığımız şartlar hiç normal değil.
Son dakikalarda kaybettiğimiz Anadolu Efes maçının soyunma odasında da söyledim
ben bu işi uzun yıllar yapamayacağım diye. Hiçbir işte bu kadar sıklıkla
sınanmıyorsunuz. Benim hayatımda 3 gün bir şey olmayınca kendimi boşlukta
hissediyorum. Gidip Anadolu Efes’i yensek, 3 gün sonra burada başka bir maçı
kaybetsek ülkemizdeki Akdenizli kanıyla hemen kınanıyoruz. Devamlı bir
konsantrasyon gerekiyor, bu da insanı zorluyor.
Koçluk
kariyerinizdeki hedefiniz nedir? NBA’de koçluk yapmak ister misiniz?
Orada oynanan basketbol benim çok tarzım
değil, koç oyuncu ilişkileri de biraz daha farklı. Burada kendimi daha fazla oyunun
bir parçası gibi hissedebiliyorum. NBA değil; ama Avrupa’da bir kariyer yapmak
istiyorum. Her basketbol adamının hedefinde olduğu gibi milli takımı
çalıştırmak isterim, bu benim için bir onur olur. Yine de her şeyden önce Pınar
Karşıyaka’da daha yapılacak çok işler olacağını düşünüyorum. Burası çok daha
iyi yerleri hak ediyor. Umarım bu sene ve ilerisinde bu fırsatı buluruz.
Hayatım boyunca hiçbir zaman hedefsiz bir yerde olmadım, buraya da laf olsun
diye gelmedim. Burada kazandığımın iki mislini evimde çocuklarımla oturup,
Bebek’te kahve içerek kazanabilirdim: ama ben buraya bir şeyler başarmak için
geldim.
0 yorum / sen de yaz !:
Yorum Gönder