Şehrinin Takımını Tut !!!
Uzun bir süredir devam eden sessizliği anlamlı bir yazı ile bozma
zamanı sanki… Yine uzun bir süredir devam eden artık kanıksanmış bir tartışma
konusu ile… Hazır da sezonlar yeni başlarken… Bir insan neden şehrinin takımını
tutar veya bir insan neden şehrinin takımını tutmalıdır… Veya tutmalı mıdır?
Sorunun temeline indiğimizde, aslında ülkemizde de spor
örgütlenmelerinin gayet yerel düzeyde olduğunu görebiliriz… Mahalle
takımlarından, semt takımlarından, ilçe ve şehir takımlarından bol bir şey yok ülkemizde…
Fakat konu destek olma, taraftarlık ve sorumluluk alma kısmına geldiğinde,
çoğunluk doğduğu, büyüdüğü toprakları unutup kilometrelerce uzaktaki
takımların, TV karşısında gördüğü oyuncularına hayranlık duyuyor, şanslıysa
senede 1 defa staddan izleyebildiği takımların formalarını alıyor, kaynak aktarıyor…
Pek sevgili medyamız da, “3 Büyük Masalı” anlattıkça ve bu masaldaki gerginlik
unsurunu doğru kullandıkça cebine giren paraların arttığını görüyor ve bir semt
takımının Avrupa’da finale yürümesi, bu masalın ortak kahramanlarından birinin antrenmanındaki
kavgadan daha az yer bulabiliyor pek sevgili basınımızda… Bunun sonucunda, genç
yaştakiler de kilometrelerce uzaktaki takımlara sevdalanmaya devam ediyorlar,
gözden uzak olanın gönülden de uzak olacağı gerçeğini yok saymaya çalışarak…
Peki, futbol özelinde hep benzemeye çalıştığımız İngiltere’de durum nasıl?
Açıkçası hiç de bizdeki gibi değil… Çoğunluk oturduğu bölgenin takımını
tutuyor, başka takımı tutmayı aklından bile geçirmiyor… O sebeple Londra’ya
yarım saat mesafedeki Reading, Premier League’e çıktığında stadının yarısından
fazlasını kombine olarak satabiliyor ve seyirci ortalaması bizim pek(!) bir
Süper Lig’imizin en kallavi ortalamaları civarında çıkabiliyor… Kendi
tecrübelerimden bir örnek vereyim, Amsterdam’da
hangi spor mağazasına NEC Nijmegen forması sorduysam, oldukça ters yanıtlarla
çıkmak durumunda kaldım mağazadan… Bu olayı yaşarken, Amsterdam’ın temsilcisi
Ajax ligde iyi bir konumdaydı ve NEC Nijmegen küme düşme potasındaydı,
aralarında ciddi bir rekabet de yoktu anlayacağınız… Yani aslında, Batı’ya
bakarken bile, sadece işimize geldiğimiz açılara bakıp kendimizi kandırdığımız
bir gerçek var… Bu kandırılma sonucunda, tüm Türkiye’nin ciddi oranda vergi
yükünü çeken Kocaeli’nin takımı Kocaelispor’un durumu yürek burkuyor… Bu
kandırılma sonucunda koskoca İzmir’in takımları ve Karşıyaka maddi problemlerle
uğraşıyor… Bu kandırılma sonucunda Anadolu kentlerine gelen 3 Büyük(!), şehir
takımlarının kritik maçlarından çok daha fazla heyecan yaratıyor… Bu kandırılma
sonucunda duvarında Malatyaspor takvimi gördüğüm manava hevesle “demek
Malatyasporlusunuz” dediğimde, “yok abi Fenerbahçeliyim ben” cevabını alabiliyorum…
Ve sonuçta TV karşısında mutlu olmayı kabullenmiş, stadın önünden geçmeyen,
kendi çevresindeki değerlere sırtını dönmüş bir toplum… Ölçülmesi zor fakat
yine de sorayım, en yakınındaki değerleri yok sayan bir birey, ülkesi için ne
kadar hayırlı olabilir? Kendi evini temiz tutmayan, apartmanını, sokağını temiz
tutar mı?
Peki, bizim gibi kendi semtinin kendi şehrinin takımını tutanların
sevdası nerden gelmekte, dertleri nedir bu artık azınlıkta kalan insanların…
Bunun da cevabı çok basit aslında… En temel sebebi şu cümle ile açıklayabiliriz
sanırım; “Life Father, Like Son”…Babasının elinden tutarak stadın yolunu
tutmuş, semtinin, şehrinin takımının maçlarına gitmiş bir birey için, mutluluk
duygusu, aidiyet duygusu kilometrelerce uzakta bulunabilecek bir kavram mıdır?
Hiç sanmıyorum… Bir diğer nokta ise, yerel değerlere önem verme arzusu… Birey,
en yakınındakine en fazla değeri verir normal olarak değil mi? Evde annesine,
babasına, eşine, en yakın arkadaşına… Bu çemberi bir kademe genişletin,
semtinin takımına karşı vereceği değer mi daha fazladır kilometrelerce uzaktaki
bir takıma mı? Normal şartlar altında tercihi elbette ilk seçenek olacaktır…
Normal şartlar diyorum, çünkü ülkemizde derbi maçlarından derbi maçlarına
ortaya çıkan, takımın bırakın ilk 11’ini, teknik direktörünü dahi bilmeyen ama
sorsan gönülden taraftar olanlar çoğunlukta… Sosyal ağların derbi maçları
sırasında aldığı hal ve vaziyet ortada… Senede bir formasını giymeyi
akıl edenler, sevdası peşinde koşanlara, sevdası uğruna fedakârlık yapanlara
nasıl baskın gelebilir ki… Ve son olarak da katkı verme, katma değer yaratma… Politikadan
örnek vereyim, siyasete ilgi duyduğunuzda ilk iş olarak ne yapıyorsunuz,
desteklediğiniz partinin yerel organizasyonlarına üye oluyorsunuz kalkıp
kilometrelerce uzaktaki organizasyonuna değil… Veya çevreye karşı
duyarlılığınız var, üye olacağınız oluşum, şehrinizle, ülkenizle ilgili mi olur
yoksa farklı bir ülkedeki ile mi? Peki bunun altında yatan sebep ne? Basit
değil mi yine cevap, en yakınındaki oluşumlara katkı verme gücü çok daha
fazladır insanın… Eğer insan, bencil değilse, almak kadar vermek olgusuna da inanıyorsa…
Sadece kendini düşünüp mutlu olmak isteyen bir birey elbette ki her sene farklı
takım da tutabilir, şampiyonluk şanslarına göre, hep iyi gün yaşama arzusu sonucu…
Ama yaşadığı topraklara bir nebze de olsa destek olmak isteyen bir bireyin
sergileyeceği davranış çok daha farklıdır… Siz hiç, kilometrelerce uzaktaki
takımının yönetimine seçilen, sözü dinlenen bir birey duydunuz mu? İsterseniz
ben size, kendi semtinin, kendi şehrinin takımını önce tribünden destekleyen
akabinde yöneticisi olan onlarca insanın iletişim bilgilerini vereyim…
Sevdikleri, değer verdikleri semtlerini, şehirlerini temsil eden takımın başarısı
için emek harcamak, bir insanın manevi tatmine ulaşması için ne güzel bir yol…
Bir insan elbette ki istediği takımı tutabilir… Buna yasak konamaz…
Fakat ne öykündüğümüz Batı toplumlarında, ne Amerika’da güce tapma, yerel
değerleri yok sayma bizim toplumumuzdaki boyutta… Önce en yakınındakileri, mahalleni, semtini,
şehrini el üstünde tutacaksın, bu kavramlara değer vereceksin, katkı koyacaksın
ki, en nihayetinde de ülken için bir katma değerin olsun… Yakınındaki için çaba
sarf etmeye sırtını dönen insanın değer yargıları temelden bozulmuş demektir…
Akdeniz insanı olmakla övünülen bir toplumda, Akdeniz insanının en temel
karakteri olan “tutku” nerede peki? Kilometrelerce uzaktan düşülen sevdalarda
mı?
Gözünüzü kapatıp, hayalini kurun… Sabah evden formanızı giyip çıkmışsınız…
Mahallede yürürken arkadaşlarınızla selamlaşıyorsunuz, hep beraber stada/salona
doğru yürüyüş başlıyor… Gidilecek adrese yaklaştıkça tanıdık simaların sayısı
da artıyor, muhabbetin koyuluğu ile… Ve başlama düdüğü çalmadan önce sağınıza
solunuza baktığınızda binlerce arkadaşınızı görüyorsunuz...Aynı renklere gönül
vermiş, o renkler uğruna çaba sarf eden insanlar bir birini tanımasa dahi
arkadaş olmazlar mı? Maçın sonucunun ne kadar önemi olabilir ki, önemli olan
aynı değer için bir olmak değil mi?
Yaşasın semtine, şehrine ihanet etmeyen nesiller !!! Yaşasın semtinin,
şehrinin takımı tutanlar !!!
Erinç Atilla
2 yorum / sen de yaz !:
Erinc merhaba,
Yillardir cok benzer örneklerle (genelde Ingiltere ve Almanya örneklerini kullanirim) benim de degindigim, bircok yerde yazmaya calistigim (hatta sert bir üslupla yazmam yillar boyu süren eksi sözlük yazarligimin sona ermesine sebep olmustur) detaylari cok güzel bir bicimde dile getirmissin. Eline saglik.
Aslinda söylemek istedigim daha farkli birsey. Yaziyi Gmail ortaminda paylasmak istedim (cünkü facebook ve twitter kullanmiyorum) ancak bir kisayol bulamadim. Bunu eklemen daha cok paylasim imkani saglayabilir diye düsünüyorum, bu düsüncemi paylasmak istedim.
Stuttgart'tan selamlar,
Y. Eren Suyolcu
Selam Eren,
Gmail ortamında paylaşmak için ne yapmak gerekiyor açıkçası bilmiyorum, ama kısa zamanda öğrenip gereğini yapmaya çalışıyor olacağım...Güzel düşüncelerin için teşekkürler...
Yorum Gönder