13 Ağustos 2012 Pazartesi

Olimpiyat Ruhu (!)

Kısa süreliğine bakışlarımızı farklı bir yöne, Olimpiyat Oyunları'na çevirelim istedim.
Ruh çağırma seansları düzenlenirmiş ya özellikle 80’lerde...Bilmem kimin ruhu geldiyse 3 defa kapıyı çal gibi klişe olmuş söylemler...Sanırım ülke olarak Olimpiyat ruhunu çağırmamız gerekecek...
Olimpiyatlar spor denilince aklına sadece futbol gelmeyen çoğu insan için bir başyapıt. Fakat konu biz Türkler olunca bu başyapıt ne yazık ki yanında çok acı soslarla servis ediliyor. 2012 Londra bizim için bana göre tam bir hüsran şeklinde sonuçlanmışken (nedenini aşağıda bulabilirsiniz), spor nedir sorusuna cevap veremeyecek insanların olimpiyat sporcularımızı eleştirdiği hatta dalga geçtiği bir kaos da medyada yer buluyor.

Öncelikle şu “çıkartma yapıyoruz” söylemi üzerine bir iki cümle kurayım. 2012’ye 114 sporcu ile katıldık ve bu bizim için rekor. Bunu “Londra’ya çıkartma yapıyoruz” diye lanse etmek tribünlere oynamanın son noktası. Profesyonel düzeyde sporlarda adından çok söz ettirmeyen ve Arap Baharı ile çalkalanan Mısır 113 sporcu gönderdi Londra’ya. Ve eğer biz 114 sporcu ile çıkartma yapıyorsak, 277 sporcu ile katılan Kanada, 284 sporcu ile katılan İtalya, 380 sporcu ile katılan Çin ve en nihayetinde 530 sporcu ile katılan Amerika arasında Londra Meydan Muharrebesi çıkması gerekir. Bir de tabi rekor kırarken nasıl kırdığımız da önemli, 24 tane sporcumuz takım sporları sayesinde (basketbol ve voleybol) Londra’da bulunduğundan ve oldukça uzun süredir (1952’den beri) hiç takım sporu ile katılmadığımız için kafilemizdeki sporcu sayısındaki artışı konuşurken bunu da dikkate almak gerekir. Kişisel Olimpiyat tarihim 1988 Seul ile başladığından, o günlerle 2012’yi karşılaştırdığımızda doğal olarak sporcu sayımızdaki artış göz kamaştırıcı. Özellikle de kadın sporcularımızın temsil yüzdesinin yükselerek erkek sporcuları geçmesi Atatürk’ün kadın’a verdiği değerleri temel alan/alması gereken bir ülke için de sevindirici bir nokta. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti olarak ilk katıldığımız 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’nda 30 sporcu ile temsil edilirken kafilemizde hiç kadın sporcu yoktu. İlk kadın sporcularımız ülkemizi 1936 Berlin’de temsil ediyor, 61 kişilik kafilemizde 2 kadın sporcumuz yer alıyordu. Bugün geldiğimiz noktada ise Londra’ya giden kafilemizdeki kadın sporcu sayımız erkek sporcu sayımızın üzerinde (teşekkürler Filenin Sultanları ve Potanın Perileri), ve bu ilk defa oluyor.
Madem yukarıda  1988’den söz açtık, o tarihten bugüne ve daha sonrasında genel olarak madalya performansımıza bakalım. 1988’de 2 madalya (1 tanesi altın), 1992’de 6 madalya (2 tanesi altın), 1996’da 6 madalya (4 tanesi altın), 2000’de 5 madalya (3 tanesi altın), 2004’te 10 madalya (3 tanesi altın) ve 2008’de 8 madalya (1 tanesi altın) elde ettiğimiz başarılar. Malum 2012’de aldığımız madalya sayısı 5 (2 tanesi altın).
Katılımcı sayılarının çok fazla göze sokulduğu bir Olimpiyat olması sebebi ile bir de o açıdan ele alalım madalya performansımızı, böylece temsil edilme gücümüzün artmasının podyuma yansıyıp yansımadığını görelim ve tarihsel gelişimimize bakalım.
2008’de toplam 68 sporcu ile katılmışız, 8 madalya aldığımıza göre 8,5 sporcuya 1 madalya düşmüş. 2004’te 66 sporcu ile Atina’ya gitmişiz, 6,6 sporcuya 1 madalya düşmüş. Sidney’de 59 sporcumuz olması gerekiyor, 11,8 sporcuya 1 madalya ile. Atlanta’ya 54 sporcu ile gidip 6 madalya aldık, 9 sporcuya 1 madalya oranımız var. Barcelona’da Dream Team tarih yazarken, 47 sporcumuz sahne almıştı ve 7,8 sporcuya 1 madalya düşmüştü. Seul’de ise 50 sporcumuz ülkemizi temsil ederken 25 sporcuya 1 madalya ile kişisel olimpiyat tarihimin en kötü performansına tanık olmuşum. Önceki yıllarla kıyaslamak adına 2012’deki toplam katılımcı sayısını şu şekilde düzelttim, takım sporlarını 1 sporcu gibi ele aldım. Böyle yapınca aşağıda da görebileceğiniz gibi 92 sporcu ile katıldığımız 2012’de aldığımız madalya sayısı sadece 5 olunca 18,4 sporcuya 1 madalya düşmüş oluyor. Demek ki neymiş Devlet büyüklerimizin gözümüze soktuğu gibi katılımcı sayısı değil, katılımcı başına madalya sayısını baz alırsak gerçek başarımız/başarısızlığımız ortaya çıkarmış. Bu şekilde baktığımızda 1988’den beri gitmeye çalıştığımız yolda, 2004’ten beri geri vitese takılı kaldığımız ne yazık ki çok net. Evet belki oyunlarda hiç madalya kazanamamış 73 ülke arasında değiliz, gerçi o listeye bakıp da ülke olarak kendimizi onların arasında gören insan var mıdır bilemiyorum -bir kaç ülke ismi sayayım; Gambiya, Benin, Nepal, San Marino-, ama bununla sevinmek yerine, hedef olarak ulaşmamız gereken ülkelerin durumlarına bakıp orta/uzun vadeli plan üretmek daha doğru olur.
Genele baktığımızda ise ülke olarak 87 madalya kazanmışız tarihimizde ve bu bizi 32. sıraya yerleştiriyor (bağımsız katılanları hariç bıraktığımızda). Katıldığımız olimpiyat sayısı 21. Olimpiyat başına gördüğümüz madalya 4,14 oluyor. Altın sayılarına baktığımızda ise Olimpiyat başına 1,86 altın madalya oranımız var, ve sıralamamız 27 oluyor. 1988’den beri bu ortalamaların üzerine çıktığımız 5 tane olimpiyat var. Peki mesela Amerika ne yapmış ?? Amerika bugüne kadar katıldığı Olimpiyat Oyunları’nda toplamda 2400 madalya kazanmış, bu Olimpiyat başına 92,3 madalya demek, bu madalyaların 37,5 tanesi altın. Amerika’yı artık tarihin tozlu sayfalarında yer alan Sovyetler Birliği takip ediyor (boykot sebebi ile Amerika’nın katılmadığı 1980’in de etkisi ile). Sovyetler Birliği katıldığı Olimpiyat başına 112,2 madalya almış toplam madalya sayısı 1010’da kalmış olsa da. Akabinde Batı Almanya ve Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra oluşan Almanya’nın beraber ele alındığı “Almanya” var, toplam madalya sayısı 895, Olimpiyat başına ise 37,3 madalya. Bu ülkelerin ortak noktası spora ve sanata verdikleri değer olsa gerek, çok farklı coğrafyalarda çok farklı ekonomik ve sosyal yapıları olan ülkeler sonuçta. Böyle bakınca elbette rejim gereği Sovyetler gibi katı spor okullarımız olmadı, olmayacak da (onların yerini Çin aldı bile). Elbette Amerika’nın imkanlarına, Almanlar’ın disiplinine sahip olamayacağız hiç bir zaman. Fakat her zaman övündüğümüz ve devlet büyüklerimiz tarafından daha da arttırılması yönünde mesajlara maruz kalan nüfusumuzu ele alınca Olimpiyat Oyunları’nda başarılı bir ülke olduğumuzu söylemek çok zor. Saint Joseph’deki Fransız hocalarımdan bolca duyduğum bir laf vardı; “ce n’est pas la quantité c’est la qualité qui compte” diye, Türkçeye çevirdiğimizde “miktar değil kalite önemlidir” anlamı çıkıyor. Sanırım üzerine başka bir şey söylemeye gerek yok !
Ayrıca ülke olarak Olimpiyat Ruhu’na ne kadar uzak olduğumuz da, oyunlar devam ederken yayınlanan ve saatler süren futbol programları ile, spor haberlerinin önceliğinin futbol takımlarının kamp günlükleri olması ile anlayabiliriz. Hayatında plajda etrafa bakmaktan öteye gitmemiş insanların Derya’nın Londra’da yer almasını eleştirmesi de ayrı bir konu aslında. Derya Büyükuncu başarılı bir Olimpiyat sporcusu değildir ve evet bir Olimpiyat sporcusu olarak yanlış işlere de imza atmıştır benim gözümde (televizyon yarışmalarına katılması, eşini antrenör olarak belirlemesi-eşi eski yüzücü ve antrenörlük yapma kapasitesi olan birisi olmasına rağmen-, federasyonla medyada ikili diyaloglara girmesi). Fakat Derya Büyükuncu ülkemizin yetiştirdiği en büyük yüzücüdür, bunu eski bir yüzücü olarak çok rahat söyleyebilirim. Bu onun gidip de Olimpiyat Oyunları’nda madalyaları süpürmesi anlamına gelmez. Neden mi ?? Henüz bir kaç senedir yurtdışında kamp yapan bir Milli Takımımız var. Henüz çok yeni Milli yüzücülerimizin federasyon tarafından maddi olarak desteklenmesi. Ve henüz çok yeni uluslararası arena’da başarılı olmuş antrenörlerle ve modern tesislerde çalışma imkanlarımız. Böyle bir ortamda sen ülke olarak Derya’nın ulusal rekorlarını 8-10 sene sonra ancak kırabilecek seviyde yüzücü çıakrtabiliyorsan, kimsenin çıkıp da Derya ile dalga geçmesine, onun emeklerini küçük görmesine izin verilmemesi gerekir ve kimse de bu kısıtlı imkanlarla Derya’dan ve diğer yüzücülerimizden madalya bekleyemez. Derya neden Londra’da sorusunun cevabı ise Federasyon’da gizli. IOC tarafından ek kontejyan verildikten sonra Yüzme Federasyonu arasının bozuk olduğu Derya’yı öneriyorsa, bu Derya’yı tarihimizde hiç madalya kazanamamış olduğumuz bir dalda en fazla katılan sporcu olarak tarihe geçmesini sağlamak ve onu onore etmek içindir, bunu göremeyip de Derya’yı bu yönden eleştirenlere duyurulur.
Yine benzer şekilde Hazal henüz 15 yaşında ve yarışta heyecanlandığından dolayı hata yapıtığını söyleyecek kadar açık yürekli. Onunla dalga geçeceğimize elalemin aynı yaşındaki sporcularının neden bu hataları yapmadığını düşünüp, Olimpiyat seviyesinde madalya kazanmanın sadece çok iyi sporcu olarak elde edilemeyeceğini de öğrenmemiz gerekir. Hazal doğru bir tercih yaptı ve İngiltere’ye taşınıyor. Böylece, trafik yüzünden gününün bilmem kaç saatini yolda geçirmeyecek, Olimpiyat sporcusu için bir anlam ifade etmeyen ve işe yaramayan bilgiler için saatlerce sınıfta oturmayacak ve uluslararası düzeyde başarılı antrenörlerle çalışacak. Bu Hazal’ın Olimpiyat madalyası alacağı anlamına gelmez fakat yüzmedeki gelişimini takip edin ve ülke olarak spora verilen değerin aslında pek çok değerimize gösterdiğimiz saygı gibi yüzeysel olduğuna tanık olun. Zaten o değer gerçek olsaydı, türkücünün birinin Ay-Yıldız’ı temsil eden sporcumuzu aşağılayan mesajlarına karşı olarak Spor Bakanı’ndan veya Federasyon’dan birileri tepki gösterirdi.
Onca devşirme sporcuya (hiç biri madalya alamadı), yaptığımız “çıkartmaya” rağmen, Londra 2012 ülke olarak sınıfta kaldığımız ve sistemde değişikliğe gitmeden de sınıfı geçemeyeceğimizi yüzümüze çarpan bir Olimpiyat oldu. Umarım her olimpiyata aynı başvuru ile katılmak gibi, sistemi de aynı tutup daha büyük başarılar beklemeyiz gelecekten. Bilgin Gökberk’in dediği gibi, sıfırdan başlamamız gerekiyor ama çok şanslıyız çünkü sıfır’dan çok da uzakta değiliz...
Bitirirken bir küçük not da 2020 oyunlarına. Son 3 aday şehirden bir tanesi İstanbul. Herşeyde olduğu gibi bunda da ülkemizde uluslararası bir organizasyon yapılacaksa mutlaka İstanbul’da olmalı mantığı var. Artık buna etken sadece Boğaz’ın güzelliği mi yoksa Osmanlı’ya başkentlik yapmış olmasının da etkisi var mı bilemeyeceğim fakat, henüz kendi vatandaşlarını modern bir şekilde boğazın bir tarafından diğer tarafına taşıyamayan bir sistem varken, on bin’e yakın sporcuyu ve çok daha fazla izleyicileri nasıl taşıyacağız en merak ettiğim nokta bu. Bu soruya mantıklı bir cevap bulduğum vakit tesis ve ilgi yeterlilik düzeyleri, kendi evimizde yapılacak bir organizasyonda sportif başarı anlamında rezil olma ihtimali gibi konulara geçebilirim. BBC’nın 24 civarında kanalla sunduğu olimpiyatları biz TRT3, TRT HD, TRT Haber kanallarından takip etmek zorundaysak (ki çoğu kişi gibi benim de tercihim sporu bilen ve icra etmiş yorumcuları ve sunucuları ile Eurosport idi), bence daha organizasyonu üstlenmek için kat etmemiz gereken çok yol var...
Ülkemizi Londra’da temsil eden tüm sporculara teşekkür ederken, madalya kazanan Aslı Çakır’a, Gamze Bulut’a, Servet Tazegül’e, Nur Tatar’a ve Rıza Kayaalp’e tebriklerimi sunuyorum...Ulaşamadığımız bir çok başarıya gelecek Olimpiyat Oyunları’nda ulaşmak umudu ile...
Erinç Atilla

0 yorum / sen de yaz !:

ÜST TARAFA DÖN