29 Ağustos 2012 Çarşamba

Altyapı Gelişmeleri (!)

Gelişme her ne kadar ileriye gitme, daha iyi seviyeye gelme gibi fiillerle eş anlamlı kullanılsa da, ve son dönemde basketbol altyapımızdan gelen haberleri bu şekilde tanımlamak oldukça zor olsa da başlığı yumuşak atmak istedim.

Bugüne kadar herhangi bir yönetimde yer almadığım gibi, mevcut yönetimde de fiilen bir görevim bulunmuyor. Basketbol sevgim sebebi ile (yakın çevrem normal bir sevgi olmadığını çok iyi bilir) şubemizle çok daha fazla ilgileniyorum. Görev almamış olmamdan dolayı, özellikle altyapı düzeyinde işlerin ne şekilde cerayan ettiğini, neler yapılmak istendiğini ve neler genellikle tanışıklığımız henüz benim Amerika'da yaşadığım yıllara dayanan Can'dan (Özakın) alıyordum. Bu sebeple de önceliği ona vermek istedim altyapı ile ilgili gelişmeler hakkında bir yazı yazması için, sonuçta bu iş için emek harcayanlardan birisiydi kendisi, işin mutfağındaydı ve o da son haberlerden sonra bir yazı kaleme aldı.

Altyapı ile ilgili takip ettiğim üç tane ana konu vardı, çalışanların maaşlarının bir süredir ödenmediği, Nergiz'in kapatılması ve dün cerayan eden Mustafa Albere'nin görevden alınması. Can'ın yazısında konuların detaylarını bulabilirsiniz. Ben biraz daha makro olarak ele almak istiyorum.

Altyapı, bugün yaptığınız bir yatırımı 3-5 seneden önce geri ödemeyen bir sistemdir. Ve tam da bunun için çoğu takım transferlerle kadro oluşturur, daha kolaydır çünkü. Bu şekilde bir dinamiğe sahip yapı, üzerinde çok fazla oynamalara izin vermez, zira sonuçlarını almaya çalışırken atılacak yanlış adımlardan dönüş çok daha uzun senelere (belki 10 yıla varan) yayılır. Ne yazık ki, bir şekilde işleyen (daha iyiye gitme potansiyeli var) bir altyapımız varken, kongre sonrasında bayağı ciddi değişikliklere gidiyoruz. Bunların alt sebebi idari karar olabilir, fakat bu değişiklikleri ben gelişme olarak değil, küçülme olarak görüyorum ve beni ciddi anlamda tedirgin ediyor.

Bu tedirginliğimin sebebi, basketbol piyasasındaki değişim. Hiç bir zaman İstanbul takımları kadar bütçemiz olmayacak. Sebebi bizden bağımsız, İzmir hiç bir zaman İstanbul kadar sermaye birikime sahip olmayacak. Kaldı ki biz İzmir'i değil Karşıyaka'yı temsil ediyoruz spor arenasında. Basketbol'un her geçen gün daha popüler olduğu bir ülkede, basketbol oyuncularının kazançlarında da ciddi artışlar olacak ve oluyor da. Bu sistemin değişmeden devam ettiği durumda (kişisel beklentim bu yol bizi İtalya'ya çıkartır, liglerinin ve takımlarının durumlarını yazmak istesem ayri bir konu çıkar) biz rotasyon oyuncuları için bile gereken ücreti ödemekte zorlanacağız yakın gelecekte. Altyapı işte tam da bu noktada bizim mücadele edebilmemizi, ayakta kalabilmemizi sağlayan yegane temel olacak, gerek A Takım'a çıkan oyuncularla gerekse de başka takımlara transferle gönderdiklerimizle. Ve işte biz çok hızlı bir şekilde altyapı'da küçülme hamleleri atıyoruz. Bunun sonuçlarının ilerde klubümüzü çok ciddi bir şekilde etkileyebileceğini bilmeden belki de...

En kısa zamanda umarım küçülme adımları olarak adlandırılabilecek bu kararların sebepleri ve altyapı olarak neler yapılmak istendiği, altyapı'ya gereken önemin verileceğini gösteren kararlarla beraber açıklanır...Şu andaki resmi, oyuncu transferleri konusunda ne kadar doğru adımlar atıyorsak, altyapı konusunda da o kadar yanlış adımlar attığımız şeklinde yorumluyorum...

Erinç Atilla

24 Ağustos 2012 Cuma

Alade Aminu Kimdir ?

Uzun süren bir sessizlik döneminden sonra pota altına gereken takviyeyi, geçtiğimiz sezon Elan Chalon ile Eurochallenge finaline çıkan Alade Aminu ile yaptık. Atlanta doğumlu Aminu, Hornets’da oynayan kardeşi Al-Farouq’un da rol modeli. Georgia Tech gibi önemli bir basketbol okulunda NCAA yıllarını geçirip 2009’da profesyonel kariyerine D-League’de başladı. Kendisi Avrupa’da ilk defa 2010-2011 sezonunda Elan Chalon’da oynadı. 2.10 boyundaki oyuncunun kol açıklığı ise 2.20. Aminu geçtiğimiz günlerde tamamlanan Londra 2012 Olimpiyat Oyunları’nda Nijerya Milli Takım formasını giydi.

Bu özet bilgilerden dönelim oyuncunun istatistiklerine. Georgia Tech, kolej basketbolunun en üst seviyelerde oynandığı ACC’de mücadele eden bir takım ve Alade Aminu burda 4 sene geçirdi. İlk senesinde yedek olarak bench’ten gelip 24 maçta ortalama 8 dakika süre aldı ve bu kısıtlı sürede 2.4 sayı, 1.8 rebound ortalaması yakalayabildi. Son senesine kadar düzenli olarak takım içersindeki ağırlığını arttıran oyuncu, son senesinde takımının skor yükünü çeken oyunculardan birine dönüştü, maç başına 27.2 dakika, 11.8 sayı ve 8 rebound istatistiklerinin yanına 1.8 blok ekledi. NCAA ortalaması, 53,2% yüzde ile maç başına 6.8 sayı, 4.6 rebound ve 1 blok olarak kalınca, 2009 Draft’inde seçilmedi ve profesyonel kariyerine D-League’de başladı. D-League’de çıktığı 46 maçta, 51,8% ile 13.6 sayı, 7 rebound ve 0.8 blok ortalaması tutturdu.

2010-2011 sezonunun başında Elan Chalon ile anlaşan Aminu, yeni tanıştığı Avrupa Basketbolu’na çabuk adapte oldu ve ilk sezonunda ProA’da 9.1 sayı, 5.1 rebound ve 0.5 blok ile takımına ligi ilk üçte tamamlamasında yardımcı oldu. Chalon o sene playoff’lara ilk turda veda ederken, Fransa Kupası’nı ise kazanan taraf oluyordu. CSP Limoges ile oynanan final maçında MVP Blake Schlib seçilirken, Alade Aminu ise rakip potaya 17 sayı bırakırken, 9 rebound ile double-double’a çok yaklaşıyordu. Geçtiğimiz sezon ise çok farklı bir hikaye söz konusuydu. Eurochallenge’da finale kadar çıkan ve finalde Beşiktaş Milangaz’a kaybeden Chalon, ProA Şampiyonu ve Fransa Kupası galibi olarak sezonu 2 kupa ile kapatıyordu. Ayrıca Fransa’da önemli bir organizasyon olan Semaines des As’da da mutlu sona eren takım yine Elan Chalon idi. Fransa Ligi’nde aldığı süreyi maç başına 24.3 dakikaya çıkaran Alade Aminu, bu sürede ortalama 11.7 sayı (56,1% yüzde ile) 6.8 rebound ve 0.7 blok ortalamasına ulaştı. Final maçında karşılarındaki rakip ligde fırtına estiren Gravelines idi, Aminu bu maçı 15 sayı, 7 rebound ile tamamladı. Eurochallenge’da ise maç başına 24.8 dakika, 12.2 sayı, 6.7 rebound ve 0.7 blok ile oynayan Aminu, final maçında Beşiktaş Milangaz uzunlarına karşı 13 sayı ve 8 rebound üretmiş olsa da, bu performansı Chalon’un 3’te 3 yapmasına yetmedi. Londra 2012’ye büyük süpriz yaparak katılan Nijerya Milli Takımı’nda oynayan Alade Aminu, Olimipiyat Oyunları’nda ortalama 21 dakika süre alırken, 8 sayı, 5.8 rebound ve 0.8 blok ortalaması tutturdu.

Pick-and-roll oyunlarındaki başarılı bitiriciliği, kendi pozisyondaki bir oyuncu için fena sayılmayacak bir top hakimiyeti, fiziği sayesinde rebound’larda rakiplerine karşı üstünlük kurması ve double team için yardım etmeyi seven ve hızlı bir oyuncu olması, en büyük artı özellikleri. Savunmada yeterince sertlik göstermediği kendisine yapılan en önemli eleştiri olurken, özellikle geçtiğimiz sezon ProA’da bu konuda da ilerleme kaydetti (ligimizdeki savunmanın ProA’dan daha sert olduğunu düşünüyorum, ne kadar yeterli olacak göreceğiz). Düşük serbest atış yüzdesi rakipleri tarafından bolca kullanılıyor olması da, özellikle pota altında kolay faul çalmaktan çekinmeyen hakemlerimiz olduğu için sezon içersinde sıkıntı yaratabilecek bir durum.

Pota altı rotasyonumuza baktığımızda sürenin büyük kısmının Alade Aminu, Will Thomas ve Ümit Sonkol tarafından paylaşılacağı açık. Sonkol’un orta mesafe oyununa karşı Aminu’nun hiç orta mesafe oyunu olmaması birbirini tamamlayan özellikler fakat, bu ikili sahadayken savunma açısından biraz sıkıntı çekebiliriz (Alade Aminu’nun ligimizdeki sertlik seviyesine ne şekilde tepki vereceğini bilmiyorum, beklentim geçen sene gösterdiği gelişmeyi bu sene de göstermesi). Fakat Thomas ile beraber sahada kaldığı dakikalarda rakiplere boyalı alanı göstermeyecek bir ikiliye sahip oluyoruz. Gerek Eurochallenge’da sonuna kadar mücadele etmiş olması (aynı zamanda Fransa Kupası ve Lig mücadelesi de birden çok alanda mücadele etme tecrübesine sahip olduğunu gösteriyor), Fransa’da kazandığı kupalar ve Olimpiyat Oyunları’nda forma giymesi (her ne kadar Nijerya süpriz takım olarak katıldığı Londra 2012’de sadece 1 galibiyet almış olsa da) takımımıza getireceği istatistiklerle ölçülemeyecek katkılar.

Yiğit Temizocak’ın açıklamasıyla transfer çalışmalarının bittiğini de öğreniyoruz. Takımımız 29 ve 31 Ağustos’ta Aliağa Petkim ile karşılıklı maçlar yapacak, 4-5 Eylül’de Sırbistan’da Kızılyıldız ve Partizan ile özel maçlar yaptıktan sonra 20-22 Ağustos’ta Ankara Turnuvası’nda katılacak. Daha sonra Banvit ile 28 Eylül’de bir maç var programımızda. Akabinde Türkiye Kupası maçları için Adana’ya uğurluyor olacağız takımımızı. Bu süreçte ilk fırsatta transfer de tamamlandığına göre genel bir değerlendirme yazmaya calışacağım.

Yeni transferimizin takımımıza hayırlı olması dileğiyle...

Erinç Atilla

Turgay Demirel'e Karşı Doğan Hakyemez

20 sene önce çoğumuz henüz yeni yeni okumayı sökerken federasyon başkanlığını Osman Solakoğlu'ndan devralan Turgay Demirel, Olimpiyat Oyunları'ndan sonra ilk 3 ay içersinde yapılması zorunlu olan TBF Başkanlık seçimi için 18 Eylül'ü kararlaştırdı.

Bilen bilir, Turgay Demirel'i takdir eden birisi değilim. Hatta daha da ileri giderek TBF'nin açılımının çoktan Türkiye Basketbol Federasyonu'ndan Turgay'ın Basketbol Federasyonu'na dönüştüğünü de dile getirenlerden biriyim. Bunda kendisinin başkanlık koltuğunda daha uzun süreler oturması için yaptığı küçük(!) değişikliklerin etkisi yüksek; kendisinin üniversite mezunu olmadığı ortaya çıkınca başkanlık için gereken bu şartın değiştirilmesi, 2 dönemden daha fazla koltukta kalması için yapılan değişiklikler mesela...Bütün bunlara federasyon tarafından kendi yönetimlerimizden bağımsız olarak düzenli bir şekilde mağdur edilmemiz de eklenince (çok uzağa gitmeyin ve geçen sene deplasmanda yenildiğimiz Fenerbahçe Ülker maçının sonlarında Chatman'a yapılan faulü ve hemen akabinde rebound alan Mirsad'ın bir ayağının saha dışında olmasının aynı anda atlandığını hatırlayın, ki o faul için İbrahim Kutluay adam öldürmeye teşebbüs demişti NTVSpor'da) kendisine karşı hislerimin pozitif olduğunu söylemem çok zor. Sanırım kendisinin de bize karşı sevgisi(!) 86-87'de Atatürk'te kaybettikleri maçtan kaynaklanıyor, maç sonunda hakeme koşan oyuncuyu tanıdınız mı...

Yukarıda da dediğim gibi Eylül içersinde Federasyon seçimi olacak ve 177 delegeli genel kurul sonucunda yeni başkan seçilecek. Bu 177 delege içersinde klubümüze doğrudan 3 delege düşüyor, İzmir'den de 10 tane delege oy kullanacak. Turgay Demirel yine kendisinden beklenildiği gibi ilgili ilanı bayram tatiline denk getirmiş, bugün de adaylık ilanı için son gün. Fakat buna rağmen Doğan Hakyemez adaylığını açıkladı bir başka aday olacağı konuşukan kişi ise Ali Doğan.

Beni bir kaç gündür rahatsız eden ise Turgay Demirel'e karşı Doğan Hakyemez'i kurtarıcı olarak gören zihniyet. Açıkcası son kongre sürecimize çok benzetiyorum, bir taraftan bugüne kadar ne katkı verdiği belli olmayan belediye destekli, "sadece benimle olmaz" diyen Selçuk Yaşar'ın kaynaklarını baz alan adayımıza karşı "siz yoksanız ben varım" diyen ama ne katkı getireceği meçhul adayımız vardı 30 Mayıs akşamında, yaşı büyük Karşıyaka'lıların önemli desteği ile seçilen "ben varım" söylemine sahip başkanımızın yönetiminde özellikle futbol takımımızın durumu ortada (neyse konu dağılmasın). Evet ben de sıkıldım Turgay Demirel yönetimindeki federasyondan, ben de bu başkan'ın değişmesini savunuyorum, Türk Basketbolu'nun içine düştüğü durumdan oldukça rahatsızım (sadece kendi evimizde kürsüye çıkabiliyoruz Milli Takım olarak, klüp takımları Avrupa'nın en ciddi bütçelerine sahipler ama Euroleage'de yokuz, oyunculara oldukça yüksek ücret ödeyen yeni Katar'ız, ligde yönergeler her sene değişir oldu -Türk statüsüne geçme kuralı mesela-). Fakat denize düşmüş bile olsam, yılana sarılacak değilim. Doğan Hakyemez'in federasyon başkanı olması, sadece Turgay Demirel olmasın diye içime sinecek değil. Antalya BŞB'nin ve Trabzonspor'un yaşadığı maddi sıkıntıların kaynağı acaba sadece basketbola çok yakın olmayan yöneticilerin yaptığı bilinçsiz transferler mi yoksa o yöneticileri yönlendirerek Beo Basket'ten ederlerinin üzerinde paralara alınan oyuncular mı ? İki klup finansal olarak batma noktasına gelirken direksiyonda olan birisinin TBF'nin direksiyonunda nelere yol açabileceğini düşünmek istemiyorum açıkcası.

Bir de işin Galatasaray Medikal Park boyutu var (dikkat, bu noktadan sonra komplo teorisine geçiş yapıyoruz). Beo Basket ile arası gayet iyi olan Oktay Mahmuti Galatasaray Medikal Park'tan sorunlu ayrılınca, bu menajerlik şirketi ile takımın arasında soğuk rüzgarlar esmeye başladı. Önce İlkan Karaman'ı ezeli rakiplerine kaptırdılar sonra da Milli Takım'da Göksenin ve Furkan'a takımlarında yeterli süre bulamayacakları ve takım değiştirmelerinin doğru olacağı yönünde telkinler yapıldığı ortaya çıktı (oyuncular yalanladı, Murat Özyer'in farklı yerlerde farklı açıklamaları var, net bir bilgi yok ortada). Doğan Hakyemez'in adaylığında da bu olayın etkisi olabilir, kendisinin Beo Basket ile arasının gayet iyi olduğu konuşulan gerçekler arasında. Acaba Beo Basket, Galatasaray'dan çıkma bir federasyon başkanına karşı kendi desteklediği bir kişiyi mi direksiyona geçirmek istiyor ?? Alın size komplo teorisi...

Teorileri bırakıp pratiğe baktığımızda ise Türk Basketbolu'nu ileriye götürecek hamlelerin yapılması adına ben Doğan Hakyemez'in doğru isim olduğunu düşünmüyorum. O isim Turgay Demirel de değil, fakat belirttiğim gibi denize düştüm için yılana sarılacak değilim, zira yılanla girilecek bir ilişkinin sonuçlarının hayırlı olmayacağını görebiliyorum...Yılan sokmasından öleceğime, boğulmamaya çabalamayı tercih ederim...Önerim mi ?? Keşke Aydın Örs'ü TBF Başkanı olarak görebilsek (ne gariptir ki kendisi delege listesinde dahi yok), Milli Takım'da Erman Kunter ve İbrahim Kutluay'ı da içine alacak bir yapılanma ile...

Erinç Atilla

23 Ağustos 2012 Perşembe

PTT 1.Lig Kadro Değerleri

Transfermarkt sitesini ben biliyorsam, futbolu takip eden çoğu kişi de biliyordur diye düşünüyorum o sebeple site hakkında açıklama yazmaya gerek görmüyorum.

Buyrun aşağıda PTT 1.Lig'de 2012-2013 sezonunda mücadele edecek takımlar hakkında ve takımımızın son 5 senesi hakkında özet bilgi tabloları.




Ligin ortalaması 5,58 Milyon Euro gözüküyor, kadro değerimiz bu değerin 10% üzerinde. En yüksek değerli kadro Manisaspor'da, en düşük değerli kadro ise Kartalspor'da gözüküyor. Lig takımlarının kadro ortalama yaşı 24,8 ve bu ortalamanın da 7% üzerindeyiz. En yaşlı kadro TKİ Tavşanlı Linyitspor'da, en genç kadro ise MKE Ankaragücü'nde. Ayrıca son 5 senedeki kadrolarımıza göre daha yaşlı bir kadro ile lige giriyoruz.

Bu vesile ile Pazartesi günü ilk maçına çıkacağımız PTT 1.Lig'de başta oyuncularımıza ve teknik heyetimize olmak üzere yönetimimize de başarılar dilerim.

Erinç Atilla

21 Ağustos 2012 Salı

İstatistiklerle PTT 1.Lig

Basketbol dışında çok fazla yazı yazdığım veya konuştuğum görülmez ama bu yazı da o istisnalardan biri olarak kaydedilsin tarihe.

Düzenli olarak takip ettiğim istatistiklerden bir tanesi uzun süredir mücadele ettiğimiz ligden ilk ikiden çıkan ve playoff'a kalan takımların istatistikleri. Farklı platformlarda da paylaştığım bu istatistikleri aşağıda bulabilirsiniz, ligin başlamasına az bir süre kalmışken tekrar hatırlamakta fayda görüyorum.

2006-2007, ilk ikiden çıkan takımlar; Hacettepe, İstanbul Belediye...Maç başına ortalama 1.93 puan, 1.53 atılan gol, 0.82 yenilen gol...Playoff'a kalanlar; Malatya, Diyarbakır, Kasımpaşa, Altay...Maç başına 1.59 puan, 1.54 atılan gol, 1.21 yenilen gol...

2007-2008, ilk ikiden çıkan takımlar; Kocaeli, Antalya...Maç başına ortalama 1.84 puan, 1.69 atılan gol, 1.03 yenilen gol...Playoff'a kalanlar; Sakarya, Eskişehir, Diyarbakır, Bolu...Maç başına ortalama 1.65 puan, 1.54 atılan gol, 1.12 yenilen gol...

2008-2009, ilk ikiden çıkan takımlar; Manisa, Diyarbakır...Maç başına ortalama 1.85 puan, 1.51 atılan gol, 0.93 yenilen gol...Playoff'a kalanlar; Bolu, Kasımpaşa, Altay ve Biz...Maç başına ortalama 1.60 puan, 1.32 atılan gol, 0.94 yenilen gol...

2009-2010, ilk ikiden çıkan takımlar; Karabük, Buca...Maç başına ortalama 2.07 puan, 2.10 atılan gol, 1 yenilen gol...Playoff'a kalanlar; Adana, Altay, Biz ve Konya...Maç başına ortalama 1.72 puan, 1.32 atılan gol, 1.01 yenilen gol...

2010-2011, ilk ikiden çıkan takımlar; Mersin, Samsun...Maç başına ortalama 1.81 puan, 1.31 atılan gol, 0.77 yenilen gol...Playoff'a kalanlar; Antep Belediye, Rize, Ordu, Tavşanlı Linyit...Maç başına ortalama 1.69 puan, 1.23 atılan gol, 0.84 yenilen gol...

2011-2012, ilk ikiden çıkan takımlar; Akhisar, Elazığ...Maç başına ortalama 1.82 puan, 1.34 atılan gol, 0.85 yenilen gol...playoff'a kalanlar; rize, kasimpasa, konya, adana...Maç başına ortalama 1.69 puan, 1.35 atılan gol, 1.03 yenilen gol...

6 senenin maç başına ortalama, ilk iki için; 1.89 puan, 1.58 atılan gol, 0.90 yenilen gol...Playoff için; 1.66 puan, 1.38 atılan gol, 1.03 yenilen gol...

Erinç Atilla

19 Ağustos 2012 Pazar

Çocuğu da Ağlattık Ya !!!

Olay klasik bayram ziyaretleri sırasında vuku buldu. Her şey çok güzeldi. Taa ki ben bize misafir gelen aile dostlarımızın 3 yaşındaki çocuğunu ağlatana kadar.

Neyse başa dönelim. Öncelikle hepinize iyi bayramlar diliyorum. Huysuzlukta doruk noktasına ulaştığımız , takımımızın içinde bulunduğu kaos durumundan bunalan bünyelerimize bir de lig başlasa da hasretimizi gidersek diye Karşıyaka özleminin tutuştuğu bu mübarek Ramazan bayramı gününde bu yazıyı kaleme alıyorum.

Klasik bayram ziyaretleri. Önce güne sabah bayram namazıyla başlanır ki ben o kısmı kaçırdım. Toplu bir bayramlaşma merasimi olur bizim muhitte. Ben o kısmı da kaçırdım. Sağolsun benim birader görevi yerine getirdi. Ardından başladık ziyaretlere ve gelen dostlarımızı ağırlamaya.

Halbuki ziyaretler çok da güzel başlamıştı. O sahte sohbetler yerine gerçekten doğru düzgün muhabbet,güle eğlene bir bayramlaşma geçiriyorduk. Ben en son bizim sevimli kardeşimizi alıp bahçedeki ağaçları , gülleri tanıtıyordum ki çocuk zaten zehir gibi. Meyve veren ağaçlardaki hepsini biliyor. Pepeler mi desen şu çocuk kanallarındaki birçok kahramanı sayıyordu ki benim aşina olduğum isimlere çok uzaktı. Eee tabii ben o sevimli mi sevimli 3 yaşındaki kardeşime Şaban'dan , kaledeki panterimiz Necati'den falan bahsetsem bu isimler ona da çok uzak gelecekti. Vazgeçtim. Anında vazgeçtim.


Günün önemli sorularından biri geldi. Hangi takımı tutuyorsun Umutcum ? Şimdi babası Fenerli, annesi Beşiktaşlı olunca çocuğun ağzından Karşıyaka ya da başka bir takım ismi duymak zor olur. Ben sohbet sırasında hiç bu toplara girmedim. Gelen ortaları bile ıska geçtim. Çünkü annemin deyimiyle evimizin manyağı , holiganı , delisi benim. Annem ki Karşıyaka'yı çok seven bir insandır. Sadece bana inat ve benim onları çok bıktırdığım için Güzelyalı'ya taşınmayı geçmiş yıllarda ciddi ciddi düşündü. İşte annemin gözünde böyle birisiyim. Arıza bir durum yaratmamak için sohbet sırasında sıktım dişimi ve sustum. Ne de olsa bayramın daha ilk günü.

Ehh artık ziyaretin son dakikaları. Tam bizden ayrılıyorlar. Terastan içeri girip gözden birkaç dakikalığına kayboldukları sırada içimdeki şeytan rahat durmadı. Ben de sevimli Umut'a İstanbul takımlarını tutmaması gerektiğine dair küçük bir konuşma yaptım. Aynen aşağıdaki gibi gerçekleşti.

Denizkent : Umut sen boşver Fener'i , Beşiktaş'ı. Bak onlar İstanbul takımı. Hem biz İstanbul'da mı yaşıyoruz canım ?

Umut : !Q^#${[]´@ ( Sanırım bu felsefi konuşma Umut'a fazla geldi. )

Denizkent : Bak sen Karşıyaka'yı tut. Ne gerek var canım taa İstanbul takımlarını tutmaya !!!

Umut : Malesef Umut'un gözleri bu sefer doluyor ve " Ama annem , babam anlar. Onlar üzülür. " diyip ağlamaya başlıyor.

Rezalet. Bir rahat duramadım. Birader ne zor işmiş küçük çocukları İstanbul illetinden kurtarmak. Çocuk annem , babam üzülmesin dedi ya. Bizim aile dahil tüm ahali terasa çıkınca " Anne , babasını göremedi de üzüldü, ağlayıverdi " diye durumu kurtarmaya çalışan ben , şimdilik altyapı çalışmalarına ara vermiş bulunsam da Umut nasolsa büyüyecek. Artık bir maça götürüp Karşıyaka zehrini bünyeye öyle enjekte etmenin daha akıllıca bir yöntem olduğuna karar veriyorum.

Bayramın ilk günü 3 yaşında bir çocuğa Karşıyakalı ol dedim ve çocuk ağladı. Tüm yazımın özeti budur arkadaşlar.

Bugün Bayram!


Tüm Karşıyaka ve müslüman camiasının Ramazan Bayramı mübarek olsun.
Sevdiklerinizle huzurlu ve mutlu bir tatil geçirmeniz dileğiyle..

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Türkiye Kupası Fikstürü Belli Oldu

Daha önce yazdığım yazıda Türkiye Kupası grubumuz hakkında kısa bilgiler paylaşmıştım. O tarih itibariyle Elazığ'da oynayacaktık maçlarımızı. Fakat bugün bir kaç saat önce ilk olarak Fenerbahçe Ülker ve Galatasaray Medikal Park'ın yer aldığı grubun Adana'dan İzmir'e alındığı konuşuldu ardından da bizim grubumuzun Elazığ'dan Adana'ya. Resmi bir kaynak ararken ulaştığım federasyon sitesindeki haber 7 Ağustos tarihli. Gündemi yakından takip ettiğimi düşünürdüm, ama hiç bir yerde rastlamadım bu değişikliklere. Demek ki Federasyon da, yaptığı işin ne kadar plansız programsız olduğunu biliyor ki çok fazla ön planda yer almasını istememiş olacak ki, bir sürü bağlantının arkasında duruyor haber.

Neyse konumuza dönelim, Anadolu Efes, Mersin BŞB ve Royal Halı Gaziantep BŞB ile oynayacağımız maçlar 4-6 Ekim 2012 tarihleri arasında Adana'da olacak. Henüz maç saatleri belli değil fakat fikstür şu şekilde;

4 Ekim Perşembe
Anadolu Efes – Royalı Halı Gaziantep BŞB
Pınar Karşıyaka – Mersin BŞB

5 Ekim Cuma
Mersin BŞB – Anadolu Efes
Royal Halı Gaziantep BŞB – Pınar Karşıyaka

6 Ekim Cumartesi 
Anadolu Efes – Pınar Karşıyaka
Mersin BŞB – Royal Halı Gaziantep BŞB

Bu değişiklikle dezavantajlı duruma düştüğümüzü düşünüyorum, zira maçların oynanacağı Adana, gerek Antep'e gerekse de Mersin'e oldukça yakın. Federasyon şehirleri belirlerken keşke bu hassas dengelere dikkat etseydi. Hayırlısı...

Erinç Atilla

Sesli Düşünme

/Semt takımı olmanın en büyük avantajı, takımın temsil ettiği semt ile bağlarının güçlü olması ve o bağlar sayesinde takımın da güçlenmesidir. Ne şanslıyız ki, İzmir'in en güzel yerinde kurulmuş, 100 Yıllık şanlı bir kulübüz. Ve yine ne kadar şanslıyız ki, İzmir'in eğitim seviyesi ve sosyo kültürel değerleri açısından diğer bölgelerinden ayrılan bir semtimiz var (lütfen Hakan Ortabaş'ın yeşilkırmızı.net adresine verdiği şu röportajı okuyun, flamingolarla ilgili tespiti çok doğru).

Fakat bu potansiyeli yeterince iyi kullanmadığımızı düşünüyorum. Kulübümüz ile semt arasındaki bağları daha güçlendirebilecek ve genç nesilleri de kulüplerine gönülden bağlı birer Karşıyaka'lı yapabilecek adımlar atmalıyız. Bu belki profesyonel bir PR şirketi ile çalışarak olur, belki kulüp içinden bir proje grubu ile yönetilebilir.

Son dönemde en başarılı şubemizin basketbol şube olduğu oldukça açık bir durum. Önceki senelerde neler yapıldı bilmiyorum fakat bu bağlamda genç nesilleri kazanmak için en kolay kullanabileceğimiz branşımız basketbol. Son bir kaç senenin bilet satış rakamlarına ulaşmak oldukça kolay olacaktır diye düşünüyorum. Düşük bilet satışı gerçekleşen maçlar genellikle rekabetin düşük olduğu ve rahat kazandığımız maçlar oluyor (Mersin BŞB, Antalya BŞB, Olin Edirne maçları gibi). Önceki senelerde satılan bilet miktarını ve yeni sezon kombine satışlarını kullanarak tahmini olarak bu maçlara Karşıyaka'da yer alan okullar (ilköğretim ve lise) için özel davetiye çıkarmalıyız ve gerekirse belirli bir rotasyonla tüm okullara dağıtmalıyız. Sanırım çıkartılan davetiyeler üzerinden ödenecek belirli bir KDV tutarı çıkacaktır (18% KDV oranı var maç biletlerinin) o tutarı bu projenin maliyeti olarak görüp şube bütçesi içersinden kaynak ayırmamız, kulübümüze çok fazla ek yük getirmeyecektir (10 TL bilet parası olan bir maç için 1.000 davetiye vermemiz durumunda 1.800 TL gibi bir rakam çıkıyor). Bu vesile ile ilk olarak okullardan genç nesillere ulaşıyor olacağız, ikincisi bu maçlarda galip gelme ihtimalimiz daha yüksek olduğundan takımın benimsenmesi daha kolay olacaktır, üçüncüsü de insanların ayaklarını ARENA'ya daha çok alıştıracağız. Bu şekilde atılacak basit adımlarla (belki iletişimi üniversitelerde panel organize etmeye, takımlarımızın okul ziyareti gerçekleştirmesine devşirebiliriz) semtimizle kulübümüz arasındaki bağları çok daha güçlendirebiliriz.

Belki daha önceki senelerde yapılan bir uygulama, belki de 2012-2013 senesi için düşünülmüş bir konu, zira uzay mekiği dizaynı önermiyorum. Ama yazma fırsatım varken dile getirmek istediğim bir konuydu, sesli düşünme monologu olarak görülmesi dileğiyle...

Erinç Atilla

Karşıyakalı Şaban

Şaban'ın kulübümüze ilk geldiği zamanları hatırlıyorum. Çarşıda denk gelmiştik. Bir arkadaşımla konuşuyordu ve kendisiyle ilk kez o zaman tanışmıştım. Sohbet etmiştim. Aklı başında , saygılı , başarıya aç bir futbolcu izlenimi uyandırmıştı. Arkadaşımdan öğrendim ki Almanya'da yaşamasına rağmen Karşıyaka'ya uzak olmayan, yaz aylarında sürekli Kutsal Topraklara gelen bizden biriymiş. O günlerde nerden bilecektim  ki günün birinde o da içimizdeki İrlandalılardan olacaktı.

Neden içimizdeki İrlandalılardan dediğime elbet geleceğim çünkü bir oyuncu elbet takımımızdan gidebilir ama bu şekilde olmaması gerekir.

İlk senesinde kimse beğenmedi. Oyunu ilk girdiği maçta forvet olarak değil de defans bölgesinde oynatılması ve gergin geçen bir maçta taraftarların gazabına uğramıştı. Doğru düzgün bir şans bulamadan ipe çekilmesi hoşuma gitmemişti. Derken play offlara kaldık. Önce Altay beraberliği , ardından Konya'nın taça çıkan pozisyonun devamında attığı golle Sami Yen'de bizi 1-0 yenişi ile Süper lig şansımız kalmamıştı. Sıra formalite maçımız olan Adana maçındaydı. İşte Şaban kendini ilk olarak o maçta gösterme şansı buldu. Topa hakimiyeti , şutları ile Ali Sami Yen Stadyumunun son demlerinde kendini gösteriyordu.

Çorumspor'a transfer oldu. Bıraktık. Bir yıl orada takıldı. Ne yükseldi ne alçaldı ve sonra yolu Karşıyaka'ya düştü. Tüm takımın tel tel döküldüğü sezonda kendini gösteren ender futbolculardan biriyidi. Potansiyeli var. Bunu hissettiriyordu  ama bir yandan da herkes onun da birçok futbolcu gibi kaşarlanmasından ve kendini harcaması tehlikesinden çekiniyordu.

Taraftar onu baş tacı etti. Her zamanki gibi hata ettik. Bizim bir orta ayarımız yok. Ya rezil ediyoruz ya da vezir. İşte Şaban da yeni vezirlerimizden biriydi. Sattı  gitti ve taraftar için bir değeri kalmadı. Rezil ve vezir. Ortası yok.

14 Ağustos 2012 Salı

2012-2013 Basketbol Kombine Seçenekleri

Geçen haftaki yoğun gündem arasında gerekli ilgiyi görmemişti VIP Kart fiyatlarının belirli olmasına ilişkin haber. Saha içersinde 500-700 TL arasında değişen ve oynayacağımız tüm maçları (Lig ve Avrupa) kapsayacak kartlara ilave olarak "yeşil koltuklar" olarak adlandırılan Platin VIP Kart fiyatı da 1.000 TL olarak belirlenmişti.

Bugün şubeden yapılan açıklama ile de kombinelerin fiyatlarının 200 TL olarak belirlendiğini öğreniyoruz. Sadece bu kombine kartlarla hangi maçlara giriş yapılabileceği ve kredi kartı ile ödeme konusunda herhangi bir taksit imkanının olup olmadığı detaylı olarak açıklanmamış, sanırım kısa sürede o konuya da açıklık getirilir.

Şimdi bize düşen görev, maddi gücümüzle orantılı olarak kombinelerimizi alıp, takımımıza manevi desteğin yanında maddi olarak da destek sağlamamız.

Aslında, Futbol + Basketbol, Voleybol + Basketbol, Futbol + Voleybol + Basketbol gibi seçenekler sunulsa ve bu seçenekleri tercih edenlere belirli bir miktarda indirim verilse oldukça güzel olur, bu da küçük bir öneri olarak yer bulsun kendisine.

Erinç Atilla

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Olimpiyat Ruhu (!)

Kısa süreliğine bakışlarımızı farklı bir yöne, Olimpiyat Oyunları'na çevirelim istedim.
Ruh çağırma seansları düzenlenirmiş ya özellikle 80’lerde...Bilmem kimin ruhu geldiyse 3 defa kapıyı çal gibi klişe olmuş söylemler...Sanırım ülke olarak Olimpiyat ruhunu çağırmamız gerekecek...
Olimpiyatlar spor denilince aklına sadece futbol gelmeyen çoğu insan için bir başyapıt. Fakat konu biz Türkler olunca bu başyapıt ne yazık ki yanında çok acı soslarla servis ediliyor. 2012 Londra bizim için bana göre tam bir hüsran şeklinde sonuçlanmışken (nedenini aşağıda bulabilirsiniz), spor nedir sorusuna cevap veremeyecek insanların olimpiyat sporcularımızı eleştirdiği hatta dalga geçtiği bir kaos da medyada yer buluyor.

Öncelikle şu “çıkartma yapıyoruz” söylemi üzerine bir iki cümle kurayım. 2012’ye 114 sporcu ile katıldık ve bu bizim için rekor. Bunu “Londra’ya çıkartma yapıyoruz” diye lanse etmek tribünlere oynamanın son noktası. Profesyonel düzeyde sporlarda adından çok söz ettirmeyen ve Arap Baharı ile çalkalanan Mısır 113 sporcu gönderdi Londra’ya. Ve eğer biz 114 sporcu ile çıkartma yapıyorsak, 277 sporcu ile katılan Kanada, 284 sporcu ile katılan İtalya, 380 sporcu ile katılan Çin ve en nihayetinde 530 sporcu ile katılan Amerika arasında Londra Meydan Muharrebesi çıkması gerekir. Bir de tabi rekor kırarken nasıl kırdığımız da önemli, 24 tane sporcumuz takım sporları sayesinde (basketbol ve voleybol) Londra’da bulunduğundan ve oldukça uzun süredir (1952’den beri) hiç takım sporu ile katılmadığımız için kafilemizdeki sporcu sayısındaki artışı konuşurken bunu da dikkate almak gerekir. Kişisel Olimpiyat tarihim 1988 Seul ile başladığından, o günlerle 2012’yi karşılaştırdığımızda doğal olarak sporcu sayımızdaki artış göz kamaştırıcı. Özellikle de kadın sporcularımızın temsil yüzdesinin yükselerek erkek sporcuları geçmesi Atatürk’ün kadın’a verdiği değerleri temel alan/alması gereken bir ülke için de sevindirici bir nokta. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti olarak ilk katıldığımız 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’nda 30 sporcu ile temsil edilirken kafilemizde hiç kadın sporcu yoktu. İlk kadın sporcularımız ülkemizi 1936 Berlin’de temsil ediyor, 61 kişilik kafilemizde 2 kadın sporcumuz yer alıyordu. Bugün geldiğimiz noktada ise Londra’ya giden kafilemizdeki kadın sporcu sayımız erkek sporcu sayımızın üzerinde (teşekkürler Filenin Sultanları ve Potanın Perileri), ve bu ilk defa oluyor.
Madem yukarıda  1988’den söz açtık, o tarihten bugüne ve daha sonrasında genel olarak madalya performansımıza bakalım. 1988’de 2 madalya (1 tanesi altın), 1992’de 6 madalya (2 tanesi altın), 1996’da 6 madalya (4 tanesi altın), 2000’de 5 madalya (3 tanesi altın), 2004’te 10 madalya (3 tanesi altın) ve 2008’de 8 madalya (1 tanesi altın) elde ettiğimiz başarılar. Malum 2012’de aldığımız madalya sayısı 5 (2 tanesi altın).
Katılımcı sayılarının çok fazla göze sokulduğu bir Olimpiyat olması sebebi ile bir de o açıdan ele alalım madalya performansımızı, böylece temsil edilme gücümüzün artmasının podyuma yansıyıp yansımadığını görelim ve tarihsel gelişimimize bakalım.
2008’de toplam 68 sporcu ile katılmışız, 8 madalya aldığımıza göre 8,5 sporcuya 1 madalya düşmüş. 2004’te 66 sporcu ile Atina’ya gitmişiz, 6,6 sporcuya 1 madalya düşmüş. Sidney’de 59 sporcumuz olması gerekiyor, 11,8 sporcuya 1 madalya ile. Atlanta’ya 54 sporcu ile gidip 6 madalya aldık, 9 sporcuya 1 madalya oranımız var. Barcelona’da Dream Team tarih yazarken, 47 sporcumuz sahne almıştı ve 7,8 sporcuya 1 madalya düşmüştü. Seul’de ise 50 sporcumuz ülkemizi temsil ederken 25 sporcuya 1 madalya ile kişisel olimpiyat tarihimin en kötü performansına tanık olmuşum. Önceki yıllarla kıyaslamak adına 2012’deki toplam katılımcı sayısını şu şekilde düzelttim, takım sporlarını 1 sporcu gibi ele aldım. Böyle yapınca aşağıda da görebileceğiniz gibi 92 sporcu ile katıldığımız 2012’de aldığımız madalya sayısı sadece 5 olunca 18,4 sporcuya 1 madalya düşmüş oluyor. Demek ki neymiş Devlet büyüklerimizin gözümüze soktuğu gibi katılımcı sayısı değil, katılımcı başına madalya sayısını baz alırsak gerçek başarımız/başarısızlığımız ortaya çıkarmış. Bu şekilde baktığımızda 1988’den beri gitmeye çalıştığımız yolda, 2004’ten beri geri vitese takılı kaldığımız ne yazık ki çok net. Evet belki oyunlarda hiç madalya kazanamamış 73 ülke arasında değiliz, gerçi o listeye bakıp da ülke olarak kendimizi onların arasında gören insan var mıdır bilemiyorum -bir kaç ülke ismi sayayım; Gambiya, Benin, Nepal, San Marino-, ama bununla sevinmek yerine, hedef olarak ulaşmamız gereken ülkelerin durumlarına bakıp orta/uzun vadeli plan üretmek daha doğru olur.
Genele baktığımızda ise ülke olarak 87 madalya kazanmışız tarihimizde ve bu bizi 32. sıraya yerleştiriyor (bağımsız katılanları hariç bıraktığımızda). Katıldığımız olimpiyat sayısı 21. Olimpiyat başına gördüğümüz madalya 4,14 oluyor. Altın sayılarına baktığımızda ise Olimpiyat başına 1,86 altın madalya oranımız var, ve sıralamamız 27 oluyor. 1988’den beri bu ortalamaların üzerine çıktığımız 5 tane olimpiyat var. Peki mesela Amerika ne yapmış ?? Amerika bugüne kadar katıldığı Olimpiyat Oyunları’nda toplamda 2400 madalya kazanmış, bu Olimpiyat başına 92,3 madalya demek, bu madalyaların 37,5 tanesi altın. Amerika’yı artık tarihin tozlu sayfalarında yer alan Sovyetler Birliği takip ediyor (boykot sebebi ile Amerika’nın katılmadığı 1980’in de etkisi ile). Sovyetler Birliği katıldığı Olimpiyat başına 112,2 madalya almış toplam madalya sayısı 1010’da kalmış olsa da. Akabinde Batı Almanya ve Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra oluşan Almanya’nın beraber ele alındığı “Almanya” var, toplam madalya sayısı 895, Olimpiyat başına ise 37,3 madalya. Bu ülkelerin ortak noktası spora ve sanata verdikleri değer olsa gerek, çok farklı coğrafyalarda çok farklı ekonomik ve sosyal yapıları olan ülkeler sonuçta. Böyle bakınca elbette rejim gereği Sovyetler gibi katı spor okullarımız olmadı, olmayacak da (onların yerini Çin aldı bile). Elbette Amerika’nın imkanlarına, Almanlar’ın disiplinine sahip olamayacağız hiç bir zaman. Fakat her zaman övündüğümüz ve devlet büyüklerimiz tarafından daha da arttırılması yönünde mesajlara maruz kalan nüfusumuzu ele alınca Olimpiyat Oyunları’nda başarılı bir ülke olduğumuzu söylemek çok zor. Saint Joseph’deki Fransız hocalarımdan bolca duyduğum bir laf vardı; “ce n’est pas la quantité c’est la qualité qui compte” diye, Türkçeye çevirdiğimizde “miktar değil kalite önemlidir” anlamı çıkıyor. Sanırım üzerine başka bir şey söylemeye gerek yok !
Ayrıca ülke olarak Olimpiyat Ruhu’na ne kadar uzak olduğumuz da, oyunlar devam ederken yayınlanan ve saatler süren futbol programları ile, spor haberlerinin önceliğinin futbol takımlarının kamp günlükleri olması ile anlayabiliriz. Hayatında plajda etrafa bakmaktan öteye gitmemiş insanların Derya’nın Londra’da yer almasını eleştirmesi de ayrı bir konu aslında. Derya Büyükuncu başarılı bir Olimpiyat sporcusu değildir ve evet bir Olimpiyat sporcusu olarak yanlış işlere de imza atmıştır benim gözümde (televizyon yarışmalarına katılması, eşini antrenör olarak belirlemesi-eşi eski yüzücü ve antrenörlük yapma kapasitesi olan birisi olmasına rağmen-, federasyonla medyada ikili diyaloglara girmesi). Fakat Derya Büyükuncu ülkemizin yetiştirdiği en büyük yüzücüdür, bunu eski bir yüzücü olarak çok rahat söyleyebilirim. Bu onun gidip de Olimpiyat Oyunları’nda madalyaları süpürmesi anlamına gelmez. Neden mi ?? Henüz bir kaç senedir yurtdışında kamp yapan bir Milli Takımımız var. Henüz çok yeni Milli yüzücülerimizin federasyon tarafından maddi olarak desteklenmesi. Ve henüz çok yeni uluslararası arena’da başarılı olmuş antrenörlerle ve modern tesislerde çalışma imkanlarımız. Böyle bir ortamda sen ülke olarak Derya’nın ulusal rekorlarını 8-10 sene sonra ancak kırabilecek seviyde yüzücü çıakrtabiliyorsan, kimsenin çıkıp da Derya ile dalga geçmesine, onun emeklerini küçük görmesine izin verilmemesi gerekir ve kimse de bu kısıtlı imkanlarla Derya’dan ve diğer yüzücülerimizden madalya bekleyemez. Derya neden Londra’da sorusunun cevabı ise Federasyon’da gizli. IOC tarafından ek kontejyan verildikten sonra Yüzme Federasyonu arasının bozuk olduğu Derya’yı öneriyorsa, bu Derya’yı tarihimizde hiç madalya kazanamamış olduğumuz bir dalda en fazla katılan sporcu olarak tarihe geçmesini sağlamak ve onu onore etmek içindir, bunu göremeyip de Derya’yı bu yönden eleştirenlere duyurulur.
Yine benzer şekilde Hazal henüz 15 yaşında ve yarışta heyecanlandığından dolayı hata yapıtığını söyleyecek kadar açık yürekli. Onunla dalga geçeceğimize elalemin aynı yaşındaki sporcularının neden bu hataları yapmadığını düşünüp, Olimpiyat seviyesinde madalya kazanmanın sadece çok iyi sporcu olarak elde edilemeyeceğini de öğrenmemiz gerekir. Hazal doğru bir tercih yaptı ve İngiltere’ye taşınıyor. Böylece, trafik yüzünden gününün bilmem kaç saatini yolda geçirmeyecek, Olimpiyat sporcusu için bir anlam ifade etmeyen ve işe yaramayan bilgiler için saatlerce sınıfta oturmayacak ve uluslararası düzeyde başarılı antrenörlerle çalışacak. Bu Hazal’ın Olimpiyat madalyası alacağı anlamına gelmez fakat yüzmedeki gelişimini takip edin ve ülke olarak spora verilen değerin aslında pek çok değerimize gösterdiğimiz saygı gibi yüzeysel olduğuna tanık olun. Zaten o değer gerçek olsaydı, türkücünün birinin Ay-Yıldız’ı temsil eden sporcumuzu aşağılayan mesajlarına karşı olarak Spor Bakanı’ndan veya Federasyon’dan birileri tepki gösterirdi.
Onca devşirme sporcuya (hiç biri madalya alamadı), yaptığımız “çıkartmaya” rağmen, Londra 2012 ülke olarak sınıfta kaldığımız ve sistemde değişikliğe gitmeden de sınıfı geçemeyeceğimizi yüzümüze çarpan bir Olimpiyat oldu. Umarım her olimpiyata aynı başvuru ile katılmak gibi, sistemi de aynı tutup daha büyük başarılar beklemeyiz gelecekten. Bilgin Gökberk’in dediği gibi, sıfırdan başlamamız gerekiyor ama çok şanslıyız çünkü sıfır’dan çok da uzakta değiliz...
Bitirirken bir küçük not da 2020 oyunlarına. Son 3 aday şehirden bir tanesi İstanbul. Herşeyde olduğu gibi bunda da ülkemizde uluslararası bir organizasyon yapılacaksa mutlaka İstanbul’da olmalı mantığı var. Artık buna etken sadece Boğaz’ın güzelliği mi yoksa Osmanlı’ya başkentlik yapmış olmasının da etkisi var mı bilemeyeceğim fakat, henüz kendi vatandaşlarını modern bir şekilde boğazın bir tarafından diğer tarafına taşıyamayan bir sistem varken, on bin’e yakın sporcuyu ve çok daha fazla izleyicileri nasıl taşıyacağız en merak ettiğim nokta bu. Bu soruya mantıklı bir cevap bulduğum vakit tesis ve ilgi yeterlilik düzeyleri, kendi evimizde yapılacak bir organizasyonda sportif başarı anlamında rezil olma ihtimali gibi konulara geçebilirim. BBC’nın 24 civarında kanalla sunduğu olimpiyatları biz TRT3, TRT HD, TRT Haber kanallarından takip etmek zorundaysak (ki çoğu kişi gibi benim de tercihim sporu bilen ve icra etmiş yorumcuları ve sunucuları ile Eurosport idi), bence daha organizasyonu üstlenmek için kat etmemiz gereken çok yol var...
Ülkemizi Londra’da temsil eden tüm sporculara teşekkür ederken, madalya kazanan Aslı Çakır’a, Gamze Bulut’a, Servet Tazegül’e, Nur Tatar’a ve Rıza Kayaalp’e tebriklerimi sunuyorum...Ulaşamadığımız bir çok başarıya gelecek Olimpiyat Oyunları’nda ulaşmak umudu ile...
Erinç Atilla

10 Ağustos 2012 Cuma

Teşekkürler Eskişehir

Geçen haftaki Eskişehirspor - Marsilya maçı . Tribünde açılan bir pankart bizleri hem şaşırttı hem çok duygulandırdı hem de mutlu etti. Maçı izleyemedim. Tribünde açılan bu pankarttan ancak http://felsefesis.blogspot.com/ adresindeki fotoğrafları görünce haberim oldu.

 Bir de bu pankartın ilginç bir öyküsü vardı. Bunu zamanında Eskişehirli dostlarımdan da dinlemiştim. Emniyetin izin vermemesi sebebiyle o günkü maçlarında asamamışlardı. Bir Beşiktaş deplasmanıydı Eskişehir'in.

Üstünden tam 4 yıl geçmiş. Kendi tabiriyle pankartları 1-2 maç dahi zaptedemeyen Eskişehirli arkadaş bu pankartı tam 4 yıl saklamış ve Özgür kardeşimizin doğum günü sonrası tribünlerde açmışlar.

Renkler farklı olsa da , birbirimizi pek sevmesek de her şeyin anlamsızlığını hep bu tarz hareketlerimizle birbirimize defalarca kanıtlıyoruz.

Sağolun var olun Eskişehirli dostlar. Sağlıcakla kalın

3 Ağustos 2012 Cuma

Süper Toto Türkiye Kupası Grubumuz

Bugün çekilen kuralar ile beraber bu sene yarışacağımız Türkiye Kupası grubumuz belli oldu. Henüz daha maçların oynanacağı tarihler ve saatler açıklanmadı, fakat maçlarımızı Elazığ'da oynuyoruz.

Grubumuzda Anadolu Efes, Mersin BŞB ve bu sene lige çıkan Royal Halı Gaziantep BŞB takımları ile mücadele edeceğiz. Her takımla bir maç yaptıktan sonra grubu ilk iki sırada bitiren takımlar Son 8'e kalmış olacak. Son 2 senedir
Anadolu Efes ile aynı grupta yer almıştık, bu üçüncü sene oldu.

2012'de Aliağa'daki maçlar sonucunda gruptan çıkan takımlar Anadolu Efes ile Aliağa Petkim oluyordu. 2011'de Ordu'da oynadığımız maçlar sonucunda da o sezon lige damgasını vuracak ekiplerden biri olan Olin Edirne, Anadolu Efes'e eşlik etmişti.

2010 senesinde maçlarımızı Konya'da, Mersin BŞB, Galatasaray Cafe Crown ve Tofaş ile aynı grupta yer almıştık. Galatasaray Cafe Crown'un hazırlık maçında cezası bulunan Cemal Nalga'yı Tufan Ersöz forması ile oynatıp basketbolda ülke tarihinin en büyük skandalına imza atması sonucu gruptaki yerini biz alıp gruptan lider olarak çıkmıştık. Grup ikincisi ise Mersin BŞB olmuştu.

Rakiplerimize baktığımızda, Anadolu Efes zaten yaptığı transferlerle ligin her zaman ağır abisi. Mersin BŞB bizim gibi 2012 ve 2011'de gruptan çıkmayı başaramadı fakat Ali Karadeniz ve David Holston transferleri ile lige hızlı başlamak istiyorlar, kupa onlar için önemli bir avantaj. Royal Halı Gaziantep BŞB ise süpriz bir takım fakat az riskli hareket ettiler ve takımı sırtlayacak yabancı oyunculardan yana kullandılar tercihlerini.

Kolay bir grup beklemiyor bizi Elazığ'da fakat pota altına yapacağımız sağlam bir transfer ile kadro olarak iyi duruma geleceğiz. "Takım" olma kısmını da kazasız belasız atlatırsak, son 2 senenin üzerine Türkiye Kupası'nda sonuna kadar gitme ihtimalimiz olacaktır.

Başta oyuncularımız olmak üzere, teknik heyete ve şube yönetimine başarılar...

Erinç Atilla

ÜST TARAFA DÖN