30 Eylül 2012 Pazar

Erken Gelen Hediyem

Kümede kalma yolunda önemli bir 3 puanı daha hanemize yazdırmış olmanın verdiği garip sevinç yüzünden yazıma nasıl başlayacağıma bir türlü karar veremedim. Hala yerimde tezahurat söyleyerek vakit harcıyorum.

Tır parkı , Albatros ve çeşitli mekanları dolanıp maç öncesi ritüellerimizi tamamladıktan sonra tribündeki yerimizi almıştık. Açılacak pankarttan haberi olmayıp organizasyon sırasında sıkıntı yaşanmasın diye tatlı bir telaş vardı.

Ellerine sağlık geceli gündüzlü bu pankartı hazırlayan , uğraşan ( hayalET tayfasına ) arkadaşlara. Gece 11.30'da boyaların bitmesi yüzünden üşenmeyip gelip dükkanını açan ve boya tedarik eden tanımadığım abimize de selamlar , teşekkürler.


Neyse maç hakkında yazmadan önce sanırım emniyetin 2 haftadır şaşkınlıklar içinde Alsancak Stadı çevresinde olan bitenleri izlediğine eminim. Önce her yerde Ankaragüclüler ve biz , bu hafta da Trabzonlu arkadaşlarla tezahuratlar , paylaşılan biralar , ekmek arası köfteler , kumrular. Hele ki yeni göreve atanmış polis memurları için hiç beklemedikleri durumlardır.

1461 Trabzon için herkes çok tehlikeli takım diyordu. Tek maçlarını izlememiştim ama kendini kanıtlama derdinde olan ve camianın baskı yapmadığı bir takımın ne kadar tehlikeli olabileceğini çok iyi biliyordum. Çok diri bir takım vardı karşımızda. Futbolda pır pır diye tabir edilen oyunculara sahiplerdi. Hele ki yabancıları. Çok can yakarlar. Yine de pozisyon vermiyorduk. Dersimize iyi çalışmış ve rehavete kapılmamış bir takım olmuştuk. Buna karşın biz de pozisyon bulamıyorduk. Fatih Şen'in füze denemeleri ile kaleyi yoklamaların sonucunda Trabzonlu bir oyuncu sakatlanıyordu. Mesafe tanımaksızın füze denemeleri en azından rakibe korku salar.

Eksiklerimiz , form tutmasını beklediğimiz oyuncularımız var. Takım o zaman daha iyi bir futbol ortaya koyacaktır. O vakte kadar bu ligin kuralına göre oynuyoruz. Gerekeni yapıyoruz ve şans bu sefer yanımızda. Yoksa en çok güvendiğimiz bölge defansımız olsa da her maç bir şekilde 2 net gol pozisyonu veriyoruz. Hele ki nedense 90 + 'da kesin bir pozisyon veriyoruz. Onun sırrını çözemedim.

Tribünlerin susmadığı , gerekli desteği verdiği yani takımı gole sürüklediğimiz anlardı 70'den itibaren. Öncesinde ritim açık tribünde polisin biber gazına sarılması gibi olaylardan kesintiye uğruyordu. Biber gazsız , daha bir gole susamış tribünler önünde gelen golle yine yaralanlar oldu. " 5 sıra ön , 7 koltuk sağda buluverdim " kendimi diye arkadaşına telefonda tribündeki koordinatını verenler bile vardı. O hengamede birbirlerini kaybetmişler. Onur Türk bak nelere sebep oldun kardeşim !!!

Cihan başkana başında kızgın biri olarak şunu söylüyorum . İşte Cihan Başkanın oynadığı oyun tutmak üzere. Şimdi daha fazla destek zamanı. Başaramazsa zaten gidecek ama başaramasın diye pusuda beklemek yerine destek olunsa fena olmaz mı ? Gerçekten onlar başarılı olmasın da biz gelelim diye düşünen insanlar yoktur sanırım. Tek bir Karşıyaka var. Hatırlatmak lazım.

Bugün benim doğum günüm ve Karşıyakam erken davranıp hediyemi dünden verdi. Erken gelen hediyem için çok teşekkür ederim. Maçtan sonra konvoydaki coşku ve cila ile geceyi tamamladık. Bugün de kutlamalara devam. Seviyorum seni Kaf Sin Kaf 'ım. Daha güzel günleri hep beraber görmek dileğiyle ...

26 Eylül 2012 Çarşamba

Eurobasket 2013 Torbaları Belli Oldu

Milli Takım'ın son maçlarını karın ağrıları eşliğinde izleyip, 18 Eylül'deki seçimlerde Turgay Demirel'i seçen delegelere sahip bir millet olarak, Slovenya'da mücadele edecek takımımızın 5. torbada yer aldığı torba dağılımları belli oldu. Kura çekimlerinin tarihi bilinmezken, turnuva 4-22 Eylül 2013 arasında Slovenya'da yapılacak. O tarihe kadar değişmemesi durumunda, Slovenya için şu anda alınması gereken herhangi bir vize bulunmuyor.

1.Torba
İspanya
Fransa
Rusya
Makedonya

2.Torba
Litvanya
Yunanistan
Slovenya
Büyük Britanya

3.Torba
İtalya
Hırvatistan
Almanya
Karadağ

4.Torba
Finlandiya
Polonya
Ukrayna
Bosna Hersek

5.Torba
Türkiye
Gürcistan
Belçika
Letonya

6.Torba
Sırbistan
Çek Cumhuriyeti
İsrail
İsveç

Hemen bir "ölüm grubu" ve "şeker gibi kura" oluşturursak Milli Takım için;

Ölüm Grubu
İspanya
Slovenya (Ev sahibi olduğu için bence Yunanistan ve Litvanya'dan daha tehlikeli)
İtalya (Almanya ile arasında kaldım, ama İtalya'ya karşı geliştirdiğimiz psikolojik travma daha yeni)
Polonya
Türkiye
Sırbistan
Şeker Gibi Kura
Makedonya
Büyük Britanya
Hırvatistan (Karadağ ile arasında kaldım, bence Karadağ'a göre daha yumuşak bir takım)
Finlandiya
Türkiye
İsveç (Barcelona'da oynayan genç yetenek Marcus Eriksson'u tutsan yeter)
Hayırlısı olsun şimdiden hem yeni koç'umuza hem de takımımıza...
Erinç Atilla

25 Eylül 2012 Salı

Fatih'in Füzesi!

Koymayayım koymayayım diyorum ama sabahtan beri izlediğim başka bir şey yok. Bu golü de bu blog'a koymazsak ayıp olur. Dakika 6, Fatih Şen topun başında topu ağlara gönderir.. Buca tribününde 150 kişilik Karşıyaka taraftarı böyle bir gole sevinemez. Bu acının ne demek olduğunu biliyor musunuz? O 150 kişinin bu golden sonra birbirinin bacaklarını sıkarak kangren yaptığını biliyor musunuz?

Gidemediğimiz Buca Deplasmanı

Şimdi İzmir Valiliği ve Emniyeti bir karar almış. Alsancak ve Buca stadında oynanacak olan derbi maçlarında rakip seyirci alınmayacakmış. Önceden duyduğumuzda da saçma sapan bir karar demiştim , Buca deplasmanımızın olduğu gün gelince de fikrim değişmedi.

Fişlenme durumu ve cezai yaptırımdan ötürü maça gidilmeme kararı alındı. Bu satırlardan sonraki yazacaklarım orda olsam neler olurdu  ve hissederdim üstüne olacak.

Birincisi önce stadı bulmak için uğraşırdık. Daha önce hiç Yeni Buca stadına gitmemiştim. Bir şekilde bulurduk. O yokuşu ve vadinin içinde gecenin karanlığında dev ışıklarla aydınlanan kutu görünümünden biraz hallice yeşil vahaya bakardım ve " Eh be bizde böyle bir stat bile yok. Uyutulduk yıllarca " diye iç geçirirdim.

İğrenç bir duygu olan kendi takımına destek verememeyi yerinde yaşamanın siniriyle kendime küfrederdim. Tanıdık simaların çokluğunu görüp bir kısmını da polis tribünden çıkarırken malesef tekrar sinir olurdum ve içten içe kendime saydırmaya devam ederdim.

Fatih Şen'in füzesinin kaleye gelişini kale arkasından saniye saniye izleyip böyle bir gole sevincimi doyasıya yaşayamadığım için sinir katsayım tavan yapardı. Zaten kırk yılda bir böyle bir gol atıyoruz ve sevinemiyoruz rakibe saygılı olacağız diye. İyi ki gitmemişim canım ben maça.

Sen git bir de deplasmanda 2. golü bul ve her şey 5-6 metre önündeki kalenin çizgisinin üstünden gelişsin sen de oraya gidip kös kös otur. Hiç bana göre değil !!! İyi ki maça gitmemişim.

Necati gözünün önünde müthiş refleksler sergilesin ve kalesinde bu hafta da devleşsin ve sen " Helal Necati, hep böyle devam et kardeşim " diye bile bağırama rakibe saygıdan , polisin cezasından. İyi ki maça gitmemişim.

Takım 4 maçta 3 galibiyet ve 1 beraberlik alsın bu geceki galibiyetle ve sen takımı tribüne çağırıp Kaf Kaf çekeme , alkışlayama rakibe saygıdan , polisin cezasından. İyi ki maça gitmemişim.

Herhalde maça gitsem bu olayları yaşardım. Ben iyi ki maça gitmemişim.

21 Eylül 2012 Cuma

SALARY'ni CAP'tırma Mevzusu Üzerine

Yazın bittiğinin işareti olarak İzmir’e tam şu dakikalarda yağmur damlaları düşmeye başladı...Soğuyan havalar, insanları daha fazla ciddiyete davet ederken, ben de uzun süredir yazmayı düşündüğüm makro ölçekteki bir konuya ilişkin düşüncelerimi dile getireyim istedim...

Kıta Avrupası basketbolunun özellikle de son 5 yılda geçirdiği evrim yadsınamaz. Evet daha önce de basketbol ilgi seviyesi olarak yerlerde sürünen bir spor değildi, daha önce de büyük bütçeli sponsorlar vardı fakat son dönemde, artık futbol için kanıksadığımız “endüstriyelleşme” basketbola da sıçradı. Bunun sonucunda, ekonomisi tek bir şehire odaklı ülkemizde sermaye birikimi de o tek şehirde olunca, o şehir takımlarının bütçeleri ile diğer takımların bütçeleri arasında uçurum her geçen gün büyüdü. 2011-2012 sezonunda Anadolu Efes’in 49 Milyon TL’lik bir bütçesinden bahsediyoruz burda. İlk turda rakibi olurken Anadolu Efes’in, bütçemiz ise 10’da 1’i bile değildi...Rekabet çoktandır basketbol sahalarının dışına taştı diyebiliriz...

Ülke içinde durum bu kadar keskin iken (Fenerbahçe’nin 20 Milyon Dolar, Beşiktaş’ın 10 Milyon Dolar, Telekom’un 10 Milyon Dolar, Galatasaray’ın 22 Milyon TL gibi bütçelerinin yanında, geçen seneye kadar 6 Milyon Dolar ile sınırlandırılmış bütçesi olan Banvit, her sene enflasyon artışından biraz daha fazla artan bütçemiz ile biz (4-4.5 Milyon TL arasındaydık) ligde rekabet etmeye çalıştığımızı düşünüyoruz. Diğer taraftan olayı uluslararası boyuta taşıdığımızda ise, CSKA’nın 2012-2013 bütçesinin 44 Milyon Euro olduğu açıklandı, bu rakamın 27 Milyon Euro’luk kısmı oyunculara gidecek. Bazı Rus takımlarının Eurochallenge’da mücadele etseler dahi 5 Milyon Euro civarında bütçeleri var. Tabi ülkemizden Banvit, Avrupa’dan Unics Kazan, Bilbao Basket ve hatta bulunduğu seviyeye göre mütevazi kabul edilebilecek bütçesi ile Maccabi Tel Aviv (Musevilerin belirgin özelliği olan ticarete yatkınlıkları sağolsun) gibi bütçesini çok verimli kullanan takımlar da yok değil fakat azınlıkta kalan bu takımların mevcut yarışma şartlarını daha adil kıldıkları söylenemez.

Peki, cebi daha derin olan sponsor destegini alan, veya daha değerli doğal madene sahip olan ülkelerden gelen takımların diğerlerine karşı “neyse parası verir alırız” tavırlarının oldukça etkilediği rekabet düzeyi için hiç bir girişim yok mu Avrupa’da ??

Çok değil Nisan’da Euroleague’in patronu Bertomeu basketbola UEFA’nın yaptığı gibi finansal fair play uygulamak için çalışmalarda bulunduklarını, temel kriterin ise gelirinden fazla harcamaya sahip takımların olmamasını sağlamak olduğunu açıkladı. Tamamen sert bir kuraldan ziyede üst üste 3 sene negatif bakiyeye sahip klüplerin Euroleague’e katılımları ile ilgili aksiyonlar alınabileceğini de belirtti. Bu adım endüstriyelleşen basketbolun kendisini hissettirdiği en önemli noktalardan bir tanesi. Önce sponsorların isimleri eklendi takımların başına, sonra salonların isimleri değişti. Ve artık yavaş yavaş takımların finansal yapıları da sadece takımlara bırakılmayacak kadar önemli bir konu haline geliyor. Ayrıca VTB United Lig’i de katılacak takımlardan bütçelerini açıklamalarını talep etti, şeffaflık ve kontrol edilebilirlik adına. Peki bu durum Avrupa’daki rekabet ortamını iyileştirmek için yeterli mi ??

Bence değil. Birincisi bu konular başlangıçta sadece Euroleague takımlarını ilgilendiriyor. Ayrıca sadece finansal gelir/gider önem arz ediyor. Oysa ki rekabetin temeli yıl sonunda kaldırılacak şampiyonluk kupası, o sonucu etkileyen de oyunculardır. Ve Bertomeu’nun açıklamalarında oyunculara özel olarak değindiği bir nokta yok.

Burda bir francophone olarak Anglo-Sakson kültürünün rekabet eşitliğini öne çıkartan kurallarını alkışlamak için ayağa kalkıyorum ve biraz da yol yapıp okyanusun diğer tarafına Amerika’ya uzanıyorum. Profesyonel basketbolun en üst seviyesi NBA’de oynanıyor dersek çoğu kişi itiraz etmeyecektir. NBA’de çok farklı demokgrafik ve ekonomik gerçekleri olan şehirlerin (Dünyanın başkenti olabilecek New York ile New Orleans’ı, dayandığı ekonomik sektörü çökmüş Detroit ile hiç bir zaman sönmeyen Hollywood yıldızı ile Los Angeles’ı bir tutamayız) takımları mücadele ediyor ve istatistiki olarak baktığımızda belirli seneler dışında yarışma içersinde kalan takımlar önemli bir çoğunluğu temsil ediyor. Bunu sağlayan temel iki unsur var; birincisi Avrupa’da uygulama alanı bulamayacak Draft sistemi, onu geçiyorum. İkinci unsur ise Salary Cap.

Kısaca tanımlarsak Salary Cap, NBA’in takımlar için belirlediği, oyunculara harcayabilecekleri tavan ücret diyebiliriz. Oyuncular Birliği ile NBA yönetiminin görüşmeleri sonucu belirlenen Salary Cap (2011-2012 sezonunda Avrupa’nın NBA oyuncuları ile istila edilmesinin sebebi olan lokavt’ın temel unsuru olan görüşmeler) yıllık belirlenen ve bir önceki senede ligin gelirleriyle orantılı bir tutar. Çeşitli esneklikleri bulunan sistemde, belirlenen tutarın üzerine bu esnekliklerin yaratabileceği ek tutar ekleniyor ve Lüks Vergisi Sınırı oluşuyor. Bu sınırın üzerine çıkan takımlar ise harcadıkları her bir dolar için NBA’e vergi vermek durumunda kalıyorlar. 2013-2014 sezonundan sonra gelir vergisindeki gibi artan oranlı bir Lüks Vergisi’nin devreye gireceğini de şimdiden not düşelim.

Avrupa Basketbol’unun rekabet ortamının iyileştirilmesi temel olarak atılması gereken adım, artık Fiba Europe mu olur, ULEB mi olur bilemem, uluslararası bir organizasyon tarafından, kendisine bağlı federasyonların liglerinde ve Avrupa Kupaları’nda (Euroleague, Eurocup ve Eurochallenge) uygulanacak bir Salary Cap uygulamasıdır diye düşünüyorum.  Bir çok farklı ülkeyi barındıracağı için oldukça karmaşık bir sistem olacaktır, kabul fakat, bu tip bir uygulamaya gidilmeden asla ama asla rekabet düzeyinin iyileşeceğini düşünmüyorum.

Kalkıp burda, basketbolu yönetenler tarafından oluşturulacak bir kurulun 2-3 senede oluşturabileceği bir sistemi tak diye yazacak değilim. Fakat yaptığım her eleştiride bir de fikir üretmenin doğru olduğunu ancak bu şekilde yapılan eleştirilerin bir yere varabileceğini öğretilmiş bir birey olarak da, bayram değil seyran değil nerden çıktı Salary Cap havasındayken önerimi de yazmam gerekir.

Ana hatları ile ilk etapta Salary Cap’in belirlenme kriteri olarak elde edilen gelirler belki pazarın çok dağınık olmasından dolayı değiştirilebilir ve bağımsız bir kurul tarafından her ligin market değeri belirlenip o değer esas alınabilir. Daha sonra her ülke için takımların harcayabileceği bir tavan tutar belirlenir. Tabi NBA’deki esnekliklerin Avrupa’daki sisteme uygun olanları adapte edilebilir, fakat ben mümkün olduğunca az esneklik olması taraftarıyım, kontrolü kolay olması açısından. Yine belirli bir Lüks Vergisi belirlenebilir (nasıl ki ülkemizde fazla yabancı oyuncu için Federasyon’a 125.000 Dolar yatırılması gerekiyor) ve ilgili federasyonlara yatırılabilir (veya uluslararası kuruma). Bu Avrupa Kupaları’nda mücadele etmeyen takımlar için belirleyici olacaktır. Daha sonra her Avrupa Kupası için ayrı bir Salary Cap belirlenir. O kupalarda mücadele eden takımlar, kendi ligleri için belirlenmiş tavan tutar ile katıldıkları Avrupa Kupası için belirlenen tavan tutardan hangisi daha yüksekse onu esas alırlar. Böylece hem Avrupa Kupaları’nın kendi içersindeki rekabet ortamı daha adil olurken (bir tarafta 44 Milyon Euro’luk CSKA ile diğer tarafta 6 Milyon Euro’luk Beşiktaş olmayacak bu sayede) diğer tarafta bu takımların ligde de mücadeleci kalmaları için ihtiyaçları olan oyuncu derinliğini arttırma şansı tanınmış olur. Hem şu anda çoğu takımın katılmayı yük gördüğü Eurochallenge’ın marka değerini arttıracak ve Eurocup’a olan ilgiyi yükseltecektir (Eurocup’taki başarının bir sonraki sene Euroleague bileti anlamına gelmek olduğunu düşünürsek). Bir başka nokta ise, spora yapılan harcama konusunda oldukça bonkör olan Ruslar’ın, basketbol ekolü ülkelerden daha fazla para bastırıp oyuncuları toplamasının da önüne geçilecektir (yakın gelecekte Arap’ların futboldan sıkılıp basketbola da el atması olası). Ligimiz özeline indiğimizde ise, astronomik rakamlar teklif edilip transfer edilen Türk oyuncular, bench’te oturması için ödenen 500bin dolarlar hep rekabeti kötü etkileyen unsurlar. Türk oyuncuların transfer döneminde kapıyı çok yüksek ücretlerle açması, ve bazı takımların sorgulamadan bu rakamları ödemesi de, lig içindeki dengeleri alt üst eden önüne geçilmesi gereken bir unsur.

Herhangi bir uluslararası kurumun çıkıp bu uygulamaya geçmesi kolay değil, çoğu takımdan tepki alacakları aşikar olacaktır (sonuçta sporu bir nevi pazarlama gideri olarak gören müssese klüpleri de var). Belki bu takımlar kendi liglerini kuracaklardır, fakat unutulmaması gereken bir nokta şudur ki, NBA’de de ilk Salary Cap uygulaması 1940’ların ortasında başlamış olsa da kesintisiz olarak uygulanması 1984-85 sezonuna denk gelir. Belki ilk etapta bir kaç seneyi sancılı geçireceğiz fakat, orta vadede rekabet düzeyine dolayısıyla basketbolun marka değerine pozitif katkı yapacağı aşikar. UEFA’nın tüm kriterlerine rağmen kendi şirketleri üzerinden sponsorluk anlaşması yaparak ilgili kriterleri aşabilen Rus ve Arap zenginler olduğu gibi, uygulanabilecek bir Salary Cap’i de aşabilecek kurumlar olacaktır. Ayrıca her ülkenin farklı vergi sistemine sahip olması, bir oyuncunun İspanya’daki takıma maliyeti ile İsrail’deki takıma maliyetini de etkileyebilecektir fakat bu durum da bir şekilde aşılabilir (net ücret üzerinden anlaşma yapılıp, tüm vergi ödemeleri klüp’te kalır ve ayrı bir kalem olarak bütçelerinde yer alır). Dediğim gibi 2-3 senede geniş bir ekibin oluşturabileceği bir sistemi tak diye tüm detayları ile ele almak imkansız, benimkisi sadece sesli düşünme...

Erinç Atilla

18 Eylül 2012 Salı

TBF Seçim Günü

Ve bir süredir ana akım medyada cesaretle bu seçimi yazan bir kaç kişinin yakından takip ettiği gün geldi çattı. Ankara Rixos Otel'de yapılacak Genel Kurul ile Türkiye Basketbol Federasyonu yeni başkanına kavuşacak, eğer Turgay Demirel bir defa daha seçilmezse.

Süreci hızlıca gözden geçirelim, Turgay Demirel, Federasyon başkanlığı koltuğuna "bu kadar uzun süre bu görevde kalınmaz" diyerek eleştirdiği Osman Solakoğlu'nu devirerek 1992'de oturdu ve şimdi tekrar seçilmesi durumunda rahmetli Osman Solakoğlu'nun görev süresini geçecek. Kendisinin başkanlığı döneminde Türk Basketbolu ne kadar ilerledi bilinmez (sadece kendi evimizde podyuma çıkabilen bir Milli Takımımız var) fakat kendisinin federasyon yönergelerinde yaptığı değişiklikler ve uygulamalar unutulamaz. Olimpiyat Oyunları bittikten sonra 3 ay içersinde yapılması gereken seçimlerin, Londra dönüşü acele bir şekilde bugün yapılıyor olması da atlanmaması gereken bir detay. 18 Eylül Seçim sürecinde Turgay Demirel'e karşı olarak ilk önce kendisi ile beraber uzun süreler görev almış Doğan Hakyemez çıktı. Bir kesim Doğan Hakyemez'i kurtarıcı olarak gördü ve "ben denize düşmüşsem yılana sarılmaktan çekinmem" diyerek Doğan Hakyemez'in başkanlığı için özellikle sosyal ağlarda ciddi pozitif mesajlar yayınlanmaya başlandı. Bu konu ile ilgili düşüncelerimi daha önce yazmıştım. Fakat, Doğan Hakyemez evraklarını Federasyon'a olaylı bir şekilde teslim ettikten sonra adaylıktan çekildiğini açıkladı. Kendisi kurtarıcı olarak görenleri de yolda bırakmış oldu. İlk yazımı yazdığımda netleşmemiş olan Ali Doğan'ın adaylığı ise, Galatasaray Medikal Park (İlkan Karaman olayının da etkisi olduğunu düşünüyorum ama tüm delegelerinin Ali Doğan'a oy vereceğini de sanmam Lise etkisi sebebi ile), Beşiktaş, Fenerbahçe Ülker ve Anadolu Efes gibi bütçeleri ile ligin ağır topları olan takımların desteği ile resmileşti. Bugün oy vermeye gidecek 177 delege (ki klubümüzün 3 oy hakkı var, ve başkan adaylığı için gereken imza toplama sürecinde her adaya bir imza vererek tarafsız kalmışlardı) Ali Doğan veya Turgay Demirel arasında tercih yapacak.

Takip edebildiğim kadarıyla Turgay Demirel katıldığı programlarda, önümüzdeki 4 sene için bağımsız danışmanlık ve denetim firmalarından birinden destek aldığını (ismini açıkladığını görmedim fakat Ernst&Young diyorlar), Kadın Basketbol'un geldiği noktayı ve ülke olarak Avrupa'da çok önemli bir yere geldiğimizi (özellikle Kobe Bryant'ın açıklamasını biraz da farklı şekilde aktararak) dile getiriyor ve bir nevi biz bunları yaptık, daha da iyisini yaparız diyor. Ali Doğan ise 20 senelik bir nevi imparatorluk devresinden sonra daha şeffaf ve daha adil bir yönetim sergileyeceğine değiniyor.

Kendi düşünceme geçmeden önce klubümüzün herhangi bir adayı desteklediğini açıklamamış olması çok doğru. Zira ülkemizde egemen anlayış "taraf olmayan bertaraf olur" şeklinde olduğundan, ne Turgay Demirel'i ne de Ali Doğan'ı karşımıza almamak en doğrusu. Hele ki bugüne kadar yapılan protestolar ve verilen kavgalar sonucunda hep zararlı çıktığımızı düşününce. Kişisel görüşüm ise Turgay Demirel'in sessiz ve derinden, 20 yıllık da tecrübesini kullanarak, işin içine hatır gönül bağlantılarını sokup büyük bütçeli takımların desteğini almış Ali Doğan'a karşı başabaş noktasına gelmek. Zira Ali Doğan yıpranmamış olması sebebi ile çok cazip görülüyor. Bence Ali Doğan'ın başka da bir avantajı yok zaten, bağlantıları ve geçmişi Turgay Demirel'den çok farklı olmayan birisinin, Turgay Demirel'den çok farklı bir yönetim anlayışı sergilemesi düşük ihtimal. Fakat bu süreçle ilgili cesurca yazanlardan biri olan Bilgin Gökberk'in de yazdığı varsayımsal bir diyalog var ki, insan biraz düşününce bu seviyedeki işlerin öyle geliştiğini de kabul ediyor ister istemez...

Gönlüm her ne kadar uygulamada Turgay Demirel'den çok farklı adımlar atacağına güvenim düşük olsa da Ali Doğan'dan yana. En azından kan değişikliği Federasyon bazında bir hareketlilik getirir. Ama Turgay Demirel'in tecrübesini kullanarak seçimi kolay lokma haline getirmeyeceği de açık rakibi için. Hayırlısı...

Bilgin Gökberk'in yazdığı diyalog ile bitirelim;

-Turgay Bey.
-Buyrun efendim.
-Bogdan Tanjevic'ini de al git.
-Anlamadım efendim.
-Anladın, anladın. Bogdan'ini da al git artık.
-Bogdan zaten gitti, efendim.
-İyi iyi, hadi sende ufak ufak uza artık.
-Emredersiniz, efendim.

Erinç Atilla

P.S. Görüşüm sadece beni bağlamakta olup, ne üyesi bulunduğum Karşıyaka Spor Klubü'nü ne de Anlayamazsınız Blog'u temsil etmektedir.

6 Eylül 2012 Perşembe

Kayseri'de Kaybetmek

Çok kısa yazacağım aslında. Evet, maçlar sahada kazanılır veya kaybedilir. Bu sebeple doğaldır ki, Tanjevic'in aldığı kararlarla, oyuncularımızın performansı ile kaybettik biz bu maçı. İkinci yarının başındaki başıboş savunma anlayışımızla...Ender'in son topu kullanmasıyla...Zaten sağlık sorunları sebebi ile yolları ayırdığımız Tanjevic'in, İtalya'da 1 seneden fazla kalamamış olması da rakip İtalya olunca puzzle'ın parçaları daha bir oturuyor yerli yerine...

Fakat biz bu maçı daha ilk maçımızı oynamadan bile riske ettik...Turgay Demirel'in Federasyonu haline dönüşen TBF'nin iç saha maçlarının oynanacağı salonları açıkladığı gün...Kayseri'liler alınmasın ama, Beko Türkiye Basketbol Ligi'nde herhangi bir takımlarının olmaması balçıkla sıvanamaz bir gerçek...Evet Kadınlar Ligi'nde mücadele eden bir takımları var fakat, taraftar ilgisi olarak futbol'da dahi çok güçlü bir şehir bilinci yokken, KASKİ için olduğunu söylemek çok zor...Ne alakası mı var ?? 18'e çıkardığımız fark 3 sayıya düştüğünde, skor tabelası 72-69 gösteriyordu ve tribünler Meksika Dalgası yapıyordu, tribün kültürü bir maçta oluşmaz, bir süreçtir..."Taraftar" baskısına en çok ihtiyaç duyduğumuz maçı "seyirci" önünde oynadık !! Buna Beko Türkiye Basketbol Ligi'nde takım olmaması ve salonun çok yeni olması sebebi ile Milli Takım'ın o salonda az maç yaptığını, bu sebeple bir nevi deplasman olduğunu da ilave edersek, herhalde paragrafımın ilk cümlesi daha iyi açıklanır...Basketbol ile özdeşleşmiş taraftarın en yoğun olduğu Karşıyaka'da, Karşıyaka ARENA'da oynanmasını beklemiyordum, fakat Halkapınar'da çok daha ciddi bir taraftar baskısı kurulurdu ve Halkapınar'ın oyuncuların da daha çok maça çıktığı bir salon olduğunu düşünürsek, daha doğru bir tercih olacağı çok açıktı, ama 1 maç için bile tercih edilmedi...Dünya Şampiyonası'nda abartı hareketler sergileyen İspanyollara karşı Halkapınar tek ses Litvanya'yı desteklemişti, sanki kendi takımını destekler gibi, ve o maçı Litvanya kazandıysa, bu desteğin payı yadsınamazdı !!

Fakat 20 senedir oturduğu koltuktan güç alarak Türkiye Basketbol Federasyonu'nu, Turgay'ın Basketbol Federasyonu'na çeviren bir başkan olduğu sürece, İzmir denilince basketbol camiasının tek anımsadığı Karşıyaka iken ve daha çok yeni sen "3 Maymun" pankartı ile federasyonu protesto etmişken, Milli Takımımıza sağlayacağı tüm faydalar arka plana itilip, şehir olarak cezalandırılırsın Milli Takım maçlarını televizyondan izlemeye mahkum edilerek...Keşke cezalandırılan sadece biz olsaydık...Umarım bu mağlubiyet konuşulurken, federasyonun maçların oynanacağı salonlar konusunda aldığı bu kararlar da konuşulur ana akım medya'da...

Erinç Atilla

4 Eylül 2012 Salı

Yeşil - Kırmızı'ya Saygı

2 Eylül 2012 Pazar

Şanlıurfa'dan Güzel Dönüş

Yazıma başlamadan önce kendi koşullarıyla deplasman yapan, Urfa'yı Karşıyaka'ya çeviren Çarşı'nın alt gruplarından HayalEt'e teşekkür ediyoruz. Yandaki fotoğraftanda görüldüğü gibi gidilen her mekanı yeşil kırmızıya pankartlarla boyamışlar. Çarşı grubumuzu temsilen çok güzel bir deplasman yaptılar. Tribünlerde 10'a yakın bayrağımızı, pankartımızı gördük. Tabi bu deplasmanın en güzel noktası 1-0 galibiyet ile gelen 3 puan oldu. Takım 2. haftadan kalitesini belli etmeye başladı.

Takım sezona başlamadan önce çok eleştirildi, ben dahil bu takımın kaliteli bir takım olmadığını, para sıkıntısı çektiğimizi, uzun sürelerden sonra O Gece Bu Sene parolasını kullanmadan yola çıkarak küme düşmemeye oynayacağımızı söylüyordum. Fakat geçen hafta, Manisaspor maçının ilk santrasıyla birlikte karşımda uzun süredir bu şekilde top oynamayan bir Karşıyaka gördüm. Ankara play-off'una gittikten sonra hep sinir stres ile geçen sezonların ardından bu sezonun farklı bir sezon olacağını sezdirdiler bize. Dalmat'ın muhteşem performansı, Ahmet Burak Solakel'in yeteneğini geliştirip daha da hırslanması, gelecek olan yıldız Makukula forveti, defansın sıfır hata ile maç oynaması bize umut sağladı iyice.

Bu ligin futbolu taktik futbolu değil. Basit futbol ile, güzel defans ve güzel forvet ile ligden çıkabilirsiniz. Bu sene biz de aynen bunu uyguluyoruz, çok basit bir futbola çok yetenekli bir şekilde uyum sağlıyoruz. Defans 2 maça çıktı ve 2 maçta da tek bir hatasını göremedim. En büyük dezavantajımız malesef kalede Necati'nin olması. O formayı çok giymek istediğini, o formayı terleteceğini biliyorum fakat malesef yetenek olmadan bir şey olmuyor, Necati bu kaleyi koruyacak isim değil.

Bir diğer sorun ise biraz zayıf olan orta sahamız. Dikkat ettiyseniz iki maçtır forvete giden toplar orta sahadan değil de, defanstan direk çıkıyor. Böyle olunca da forvet hattına kaliteli toplar gitmiyor, fakat buna rağmen forvette Dalmat ve Banahene muhteşem işler çıkarıyor. Dalmat bu ligin en teknik transferi. Eğer Makukula düşündüğümüz gibi çıkarsa bu ikili yanyana, arkasında sıfır hata yapan ligin en kaliteli defansıyla süper lig'e direk geçiş yaparız.

Çok yazı yazmak istiyorum fakat heyecanımdan yazacağım şeyleri de unuttum. Uzun süre sonra bize bunları yaşatan Karşıyaka'ya, tüm topçularıma tek tek teşekkür ediyorum. Bu teşekkür gelen puanlardan ziyade, oynadıkları top için. Savaştılar, koştular ve layık oldukları golü buldular. Her zaman arkanızda olmayı istiyoruz, bu sene bu takımı süper lige çıkarın ve hepiniz bu semtin unutulmaz çocukları olun, sizi bu konumda görmeyi çok istiyoruz.

İzmir Süper Ligde

Ve sonunda oldu. Yıllar sonra İzmir şehrinin süper ligde takımı olmuştu. İzmir'in köklü , güzide kulüplerinden biri olan Elazığspor 1.ligden Süper lige yükselme başarısı göstererek İzmir'in hasretine son verdi.

Allahım sana şükürler olsun ki bize bu günleri de gösterdin. İzmir'in neden takımı yok diye her yerde bizlere, Altaylılara , Göztepelisine sorulan sorulara bir son verdirttin.

Elazığsporumuz önce ligin ilk haftasında emektar İzmir Atatürk Stadında Fenerbahçe'yi ağırladı. 3. hafta ise İzmir temsilcisinin rakibi yine başka bir İstanbul takımı Kasımpaşa idi.

Şimdi gelelim fasulyenin nimetlerine. Hadi ilk hafta sahalarının bakımda olduğu ve Fenerbahçe maçından iyi bir hasılat elde etmek isteyen Elazığ yönetiminin düşüncesini anlamadık. Nedense Erzurum veya çevre illerin statları yerine İzmir tercih edilmesini anlayamadık diyelim. Eee peki birader 3.hafta ne alaka ? Bomboş tribünler önünde oynanan Kasımpaşa maçı. İzmir'de statların durumu ve zeminler için kulüpler neredeyse birbirini boğazlayacakken Elazığspor'un hala burada işi  ne ?

İzmir'den bir takım yok diyen Süper lig ve futbol düşkünlerine muhteşem bir fırsattı. Sağolsun Elazığspor böyle bir imkan sunmuştu. Nerdeydiniz İzmir'in bir takımı yok diye kafamızı ütüleyen binlerce otorite. Alın size takım. Alın size maç. Doyasıya süper lig maçı izleyin.

Ama sizin derdiniz 3 tane İstanbul takımını İzmir'de izleyememek olduğu için sürekli şehrinin takımını tutan sevdalılara masal anlatıp durursunuz.

Biliniz ki ne Karşıyaka'sı ne Göztepe'si ne Altay'ı ne de Buca'sı sizin İstanbul özleminizi dindirmek için Süper Lige çıktılar ve çıkmak için uğraşıyorlar.

Sadece biraz dürüst olun ve İzmir'in de takımı yok diye kafamızı şişirmeyin.

Gevreğe gevrek denir. Simit yüzme bilmeyenler içindir. Ovvv kumru da bir kuş değilmiş. Şehrinizle ne güzel de övünüyorsunuz. Sahip çıkıyorsunuz ama en azından İstanbul takımlarına değil de şehrinin takımına sahip çıkanlara saygınız olsun ve dürüst olun. Tüh bu sene Karşıyaka çıkamadı. Göztepe şöyle , Altay , Buca böyle. Bizlere karşı bu söylemler çok anlamsız geliyor.

ÜST TARAFA DÖN